6 Mayıs 2012 Pazar

Medeni Hukuk - Aile HukukuVESAYET
Tanımı: Velayet altında bulunmayan küçüklerin, öte yandan çeşitli sebepler yüzünden kendi kendilerini ve mallarını yönetmekten aciz ergin kişilerin kendilerini ve mallarını korumaya ve onları temsil etmeye yönelik olan kuruma vesayet denir.
Vesayet İle Velayet Arasındaki Farklar
1. Velayet doğrudan doğruya hısımlığa dayanan ve kural olarak doğumla birlikte kendiliğinden doğan bir özel hukuk kurumudur.Oysa vesayet, Medeni Kanunda belirtilen sebep ve hallerin bulunması durumunda mahkeme kararı ile kurulan ve temelde kamu hukukuna giren bir kurumdur,velayet gibi kendiliğinden doğmaz.
2. Velayet kural olarak küçük çocuklar,istisnaen de kısıtlanmış ergin çocukların korunmasına ilişkindir.Oysa vesayet kural olarak kısıtlanmış ergin kişilerin,istisnaen de velayet altında bulunmayan küçüklerin korunmasına ilişkindir.
3. Velayet hakkı sadece ana ve babaya tanınmıştır; onların dışındaki hiç kimse veli olamaz.Oysa vesayette kanunda belirtilen şartlara sahip bulunan herkes vasi olarak atanabilir.
4. Velayet altında bulunan çocukların kendilerinin korunması konusunda velilere yükletilen görevler vesayette vasilere verilen görevlerden kapsam itibariyle daha geniştir.
5. Velayette veliler çocuğun bakımı,yetiştirilmesi,eğitim ve öğrenimi için gerekli giderleri bizzat karşılamakla yükümlü iken, vesayette vasilerin böyle bir yükümlülüğü yoktur; giderler vesayet altındaki kişinin kendi imkanlarıyla karşılanır.
6. Velayette velilerin çocuğun mallarını kullanma hakları vardır.Oysa vesayette vasilerin böyle bir hakkı yoktur.
7. Veliler kural olarak çocuğun mallarının yönetiminde hesap ve güvence zorunda değildirler.Oysa vesayette vasiler, vesayet altındaki kişinin mallarının defterini tutmakla yükümlü oldukları gibi aynı zaman zaman bu konuda rapor düzenleyerek vesayet makamına hesap vermekle yükümlüdürler
8. Velayette veliler çocuğun yasal temsilcisi olarak onun adına hukuki işlemler yaparken kural olarak işlemi yapmadan önce hakimden izin almak zorunda olmadıkları halde,vesayette vasiler Medeni Kanun madde 405 ve 406. maddelerde belirtilen hukuki işlemleri yapmadan önce vesayet ve ya hem vesayet hem de vesayet makamından izin almak zorundadırlar.
9. Vesayette vesayet makamının vasiler üzerinde kontrol hakkı bulunduğu halde, velayette veliler üzerinde böyle bir hakkı yoktur.
10 .Velayette veliler çocuğun mallarıyla ilgili işlemlerde onun oyunu almak zorunda değildirler.Oysa vesayette vasiler ayırt etme gücüne sahip ve en az 16 yaşında bulunan vesayet altındaki kişinin oyunu alırlar.
11.Velayette velilerin velayet görevini yerine getirmelerinin karşılı olarak bir ücret alma hakları olmadığı halde,vesayette vasilerin ücret hakkı vardır.
12. Velayette çocuğun gelirinin kendi geçim ve eğitimi için harcanandan fazlası,aile ihtiyaçlarını karşılamak üzere veliler tarafından sarf edilebilir.Oysa vesayette vesayet altındaki kişinin gelirlerinin fazlası vasilere ait olmaz.
13. Velayette velilerin velayet hakkından önceden feragat etmeleri mümkün olmadığı gibi,istifa etmeleri de söz konusu olamaz,Oysa ki vesayette vasi atananın şartlar uygunsa vasiliği kabulden kaçınma hakkı olduğu gibi bazı hallerde istifa etmesi mümkündür.
Vesayetin Türleri
1-) Kamu Vesayeti
İşlevi itibariyle vesayet, bir kamu kurumudur.Zira vasiyi atama,kontrol ve denetleme görev ve yetkisi devlet organları olan mahkemelere aittir.Aynı şekilde vasi de vesayet altındaki kişiye karşı devletin kendisine tanıdığı yetkileri kullanır ve gerektiğinde onu bir çok fiil ve davranışlardan menedebilir.
2-) Aile Vesayeti ( Özel Vesayet)
Aile vesayetimde durum farklıdır.Burada başlıca rol ailedir.Devletin rolü ikinci derecede kalmaktadır.Nitekim vasinin atanması,vesayetin yönetimi ve vasiye izin verme gibi işlemler mahkemeye değil,hısımlardan meydana gelmiş olan aile meclisine aittir.
Vesayet Organları
Kamu Vesayeti
Türk Hukukunda aslolan kamu vesayetidir.Kamu vesayeti, vesayet daireleri tarafından yürütülür.
1-) Vesayet Daireleri
Vesayet daireleri,kamu vesayetinin resmi organlarıdır.Bunlar da vesayet makamı ile denetim makamından ibarettir.Medeni Kanuna göre vesayet makamı, sulh hukuk mahkemesi ; denetim makamı ise asliye hukuk mahkemesidir.

2-) Vasi Ve Kayyım
Vesayet organları sadece vesayet dairelerinden ibaret değildir; bunlara vasi ve kayyım da dahildir.Vasi ve kayyımlar,vesayet makamı tarafından atanırlar ve vesayet asıl bunlar tarafından yürütülür.
A-) Vasi
Vasi, vesayet altındaki küçüğün veya kısıtlının kendilerine özen göstermek,malvarlığı ile ilgili bütün menfaatlerini korumak ve hukuki işlemlerde onları temsil etme üzere vesayet makamı tarafından atanan bir vesayet organıdır.
B-) Kayyım
Kayyım, belirli işleri görmek veya malvarlığını yönetmek için vesayet makamı tarafından atanan bir vesayet organıdır.
Özel Vesayet ( Aile Vesayeti )
Özel vesayet ya da aile vesayetini kamu vesayetinden ayıran özellik,kamu vesayetindeki vesayet makamının, yani sulh hukuk mahkemesinin yerini özel vesayette aile meclisinin almasıdır.Vesayet makamının hak ve görevleri ile sorumlulukları özel vesayette aile meclisine geçer.
1-) Şartları
A-) İstemde Bulunmuş Olma
Özel vesayetin kurulabilmesi, vesayet altındaki kişinin fiil ehliyetine sahip iki yakın hısımının veya bir hısımı ile eşinin istemde bulunmasına bağlıdır.Böyle bir istem olmadan denetim makamı kendiliğinden özel vesayetin kurulmasını emredemez.İstem mutlaka yakın hısımlar veya bir yakın hısım ile eşi tarafından denetim makamına yapılmalıdır.
B-) Bir Menfaatin Bulunması
Vesayet altındaki kişinin menfaati özel vesayetin kurulmasını haklı göstermelidir.Bir işletmenin,bir ortaklığın veya benzeri işlerin sürdürülmesi özel vesayetin kurulmasını gerektirmelidir.
C-) Güvence Verilmiş Olması
Aile meclisine seçilen üyeler,görevlerini gereği gibi dürüst bir şekilde yerine getireceklerine dair bir güvence vermelidirler.
D-) Denetim Makamının Kararı
Özel vesayetin kurulabilmesi için yukarıda belirtilen üç şarttan başka ayrıca denetim makamının kuruluşa karar vermesi de gerekir.Kararı verecek denetim makamı, asliye hukuk mahkemesidir.Mahkeme karar vermeden önce özel vesayetin kurulabilmesi için gerekli olan şartların tamam olup olmadığını araştırmalıdır.
2-) Şartları
Özel vesayetin kurulması halinde vesayet makamının(sulh hukuk mahkemesinin) yerini aile meclisi alır.
A-) Kuruluşu
Aile meclisi, vesayet altındaki kişinin vasi olmaya ehil en az 3 hısımından kurulur.Aile meclisini oluşturacak olan üyeler denetim makamı tarafından atanır.Vesayet altındaki kişinin eşi de aile meclisine üye olabilir.
B-) Süresi
Aile meclisinin görev süre dört yıldır.Dört yıllık süre sona erince meclisin tekrar oluşturulması gerekir.Eski üyelerin yeniden seçilmelerinde bir engel yoktur.
C-) Hak Ve Görevleri
Kamu vesayetindeki vesayet makamının , yani sulh mahkemesinin bütün hak ve görevleri özel vesayette aile meclisine geçer.Böylece vasiyi atama,vesayet makamının iznine tabi işlemlere izin verme,vasinin belli zamanlarda vereceği rapor ve hesap inceleme vs gibi işler aile meclisinin görev ve yetkileri arasındadır.
3-) Sona Ermesi
Aile meclisi görevini yapmadığı veya vesayet altındaki kişinin menfaati gerektirdiği takdirde,denetim makamı her zaman aile meclisini değiştirebileceği gibi,özel vesayeti de sona erdirebilir.Özel vesayete son verilince,onun yerine kamu vesayeti kurulur ve aile meclisine geçmiş olan hak ve görevler tekrar vesayet makamına yani sulh hukuk mahkemesine geçer.
Vesayeti Gerektiren Haller
1-) KüçüklükBir küçüğün ana ve babasının her ikisi de ölmüş veya her ikisinin de gaipliğine karar verilmiş yahutta velayet hakkı mahkeme kararıyla her ikisinden de kaldırılmış bulunuyorsa bu durumlarda küçük artık velayet altında bulunmayan küçük durumuna girmiş olur.Evlilik dışı doğmuş bir çocuğun velayeti anaya ait olur.Fakat ana küçük,kısıtlı veya ölmüş ise ya da velayet kendisinden alınmış bulunuyorsa hakim,çocuğun menfaatine göre ya onu vesayet altına alıp atayacağı bir vasinin korumasına bırakır ya da velayeti babaya verir.

2-) Kısıtlama
Kısıtlama kanunda belirtilmiş sebeplerden biri dolayısıyla korunup kollanmaları gereken ergin kişilerin fiil ehliyetlerinin mahkeme kararıyla kısmen sınırlandırılmasıdır.Medeni Kanunda sayıca sınırlı sayılmış olarak sayılmış bulunan sebeplerden dolayı kendi menfaatlerini bizzat kollayamayan ergin kimseler koruma maksadıyla kısıtlanır.Bu durumda kendilerine bir vasi atanır veya ana – baba sağsa onların velayeti altına konulurlar.Hakkında kısıtlama sebebi olan ergin evladın vesayet altına konulmak yerine velayet altında bırakılabilmesi için ,ana ve babasının veya onlardan birinin hayatta olması gerekir.Aksi halde kısıtlanarak vesayet altına alınıp kendisine bir vasi atanır.Kısıtlama,ergin bir kişinin fiil ehliyetinin mahkemece sınırlandırılması demektir.
Kısıtlama Sebepleri
A-) Akıl Hastalığı Veya Akıl Zayıflığı
Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır.
Bu kişilerin kısıtlanabilmesi için kendi işlerini görmekten aciz olmaları veya korunmaları ve bakımları için sürekli yardıma muhtaç bulunmaları yahutta başkalarının güvenliğini tehlikeye sokmakta olmaları lazımdır.Bu şartlardan biri olmadıkça kısıtlamadan söz edilemez.
B-) Savurganlık, Alkol Veya Uyuşturucu Madde Bağımlılığı,Kötü Yaşama Tarzı,Kötü Yönetim
Savurganlığı,alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı ,kötü yaşama tarzı veya malvarlığını kötü yönetmesi sebebiyle kendisini ve ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açan ve bu yüzden devamlı korunmaya ve bakıma muhtaç olan ya da başkalarının güvenliğini tehdit eden her ergin kısıtlanır.
C-) Özgürlüğü Bağlayıcı Ceza
Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkum olan her ergin kısıtlanır.
Hapis cezasına mahkum edilmiş olan ergin bir kimse,mahkeme kararının kesinleşmesiyle birlikte kendiliğinden vesayet altına girmiş olmaz.Bu kişinin vesayet altına konulması için,vesayet makamınca hakkında kısıtlama kararı verilmiş olması gerekir.
D-) İstek Üzerine Kısıtlama
Yaşlılığı,sakatlığı,deneyimsizliği veya ağır hastalığı sebebiyle işlerini gerektirdiği gibi yerine yönetemediğini ispat eden her ergin kısıtlanmasını isteyebilir.
Yargılama Usulü Ve Yetki
A-) Yargılama Usulü
1-) Kısıtlanacak Kişinin Dinlenmesi
Savurganlık,alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı ,kötü yaşama tarzı veya malvarlığını kötü yönetim sebeplerinden biriyle veya istek üzerine kısıtlanmaya ancak kişinin dinlenmesinden sonra karar verilir.
2-) Bilirkişiye Başvurulması
Bir kimsenin akıl hastalığı veya zayıflığı sebebiyle kısıtlanmasına ancak resmi sağlık kurulu raporuna dayanarak karar verilir.
3-) Kısıtlama Kararının İlan Edilmesi
Vesayet makamının vermiş olduğu kısıtlama kararı,kesinleştikten hemen sonra kısıtlının yerleşim yerinde, hem de nüfusa kayıtlı olduğu yerde ilan olunur.
Kısıtlamanın hükümleri iyiniyetli üçüncü kişileri ilan tarihinden itibaren etkilemeye başlar.
B-) Yetki
Kısıtlama kararını vermeye yetkili vesayet makamı,kısıtlının yerleşim yerindeki sulh mahkemesidir.
Vasinin Atanması
1-) Vasinin Kişiliği
Ehliyet Ve Engeller
A-) Ehliyet
Vesayet makamı bu görevi yapabilecek yetenekte olan bir ergini vasi olarak atar.Yani vasiliğe atanmanın iki şartı vardır ; Bunlardan biri vasilik görevini görmeye yetenekli olmak, diğeri ise ergin olmaktır.
B-) Engeller
Vasiliğe atanmak için ehliyet şartlarının (vasilik görevini görmeye yetenekli olmak, diğeri ise ergin olmak) yanı sıra bazı engellerinde olmaması gerekir.Bu engeller şunlardır :
1-) Kısıtlılar
2-) Kamu hizmetinden yasaklılar veya haysiyetsiz hayat sürenler
3-) Menfaati kendisine vasi atanacak kişinin menfaati ile önemli ölçüde çatışanlar veya onunla aralarında bir düşmanlık bulunanlar

4-) İlgili vesayet daireleri hakimi
Vasi Atanmasında Dikkate Alınacak İstekler Ve Öncelik Hakkı
A-) İstekler
Vesayet makamı,vasiyi atarken mümkün olduğu ölçüde vesayet altına konulan kişinin ya da ana veya babasının isteklerini dikkate alacaktır.Medeni Kanun madde 415’de haklı sebepler engel olmadıkça,vasiliğe vesayet altına alınacak kişinin ya da ana veya babasının gösterdiği kimse atanır denilmektedir.
B-) Öncelik Hakkı
Kanunumuz vasiliğe atanmada vesayet altına konulan kişinin eşine ve yakınlarına öncelik hakkı tanımıştır.
Vasiliği Kabul Yükümlülüğü
Vesayet altına konulan kişinin hısımları ile eşi özür bildirme hakları bulunmadıkça her halde vasilik görevini kabul etmekle yükümlüdürler.
Vasiliği kabul yükümlülüğü sadece kamu vesayeti için öngörülmüştür.Özel vesayette aile meclisinin atadığı vasinin bu görevi kabul yükümlülüğü yoktur.
Vasilikten Kaçınma Hakkı
Aşağıdaki kişiler vasiliği kabul etmeyebilir.
1-) Altmış yaşını doldurmuş olanlar
2-) Bedensel özürleri veya sürekli hastalıkları sebebiyle bu görevi güçlükle yapabilecek olanlar
3-) Dörtten çok çocuğun velisi olanlar
4-) Üzerinde vasilik görevi olanlar
5-) Cumhurbaşkanı,TBMM ve Bakanlar Kurulu üyeleri,hakim ve savcılık mesleği mensupları
Atama Usulü
A-) Yetki Ve Görev
Vasinin atanmasında yetkili ve görevli mahkeme,küçüğün veya kısıtlının yerleşim yerindeki vesayet makamıdır.Özel vesayette vasiyi atama yetkisi aile meclisine aittir.
B-) Atama
Vesayet makamı,vasi atanmasını gerektiren hallerde gecikmeksizin vasi atamakla yükümlüdür.
Vasilik süresi kural olarak 2 yıldır.Vesayet makamı bu süreyi her defasında ikişer yıl uzatabilir.Bu sürenin bir defa uzatılması sonunda yani 4 yıl dolunca vasi,vasilikten kaçınma hakkını kullanabilir.
C-) Vasilikten Kaçınma Ve İtiraz Hakkı
Vasiliğe atanan kişi,atamanın kendisine tebliğ edildiği günden itibaren 10 gün içinde kanunda sayılmış olan sebeplerden biriyle vasilikten kaçınma hakkını kullanabilir.
İlgili olan herkes vasinin atandığını öğrendiği günden itibaren 10 gün içinde atamanın kanuna aykırı olduğunu ileri sürerek atama kararına itiraz edebilir.
D-) Kaçınma Bildiriminin Veya İtirazın Karara Bağlanması
Vesayet makamı vasilikten kaçınma bildirimini veya itirazı inceler, yerinde görürse, yani haklı sebep bularak kabul ederse yeniden bir başkasını vasi atar;yerinde görmezse, bu konudaki görüşü ile birlikte gerekli kararı vermek üzere durumu denetim makamına bildirir.
Kaçınma bildiriminde bulunma veya itiraz etmiş olma,atanmış olan vasinin görevine başlamasını veya göreve devam etmesini önlemez.Vasiliğe atanan kimse,vasilikten kaçınmış veya atanmasına itiraz edilmiş olsa bile yerine bir başkası atanıncaya kadar vasiye ait görevleri yerine getirmekle yükümlüdür
KAYYIMLIK
Genel Olarak
Kayyım da vasi gibi, vesayet organlarından biridir.Ancak kayyımlığın fonksiyonu vasilikten farklıdır.Vasi vesayet altındaki kimsenin hem kendisi gözetmek, hem de malvarlığını yönetmek ve hukuki işlemlerde onu temsil etmek üzere atanır.Kayyım ise sadece belirli işleri görmek veya malvarlığını yönetmek için görevlendirilir.
Kayyım atanmış olması,temsil edilecek veya işi görülecek olan kişinin fiil ehliyetinin sınırlanması sonucunu doğurmaz.
Vasini aksine kayyım,sadece kendisine verilen işi görmek veya belli bir malı veya malvarlığını yönetmekle görevlidir.Bunu dışındaki işleri yapamayacağı gibi,temsil konusu olan belli olayın dışında kendisine atanmış olduğu kişinin genel temsil yetkisine sahip yasal temsilci durumunda değildir.
Türleri
1-) Temsil Kayyımlığı
2-) Yönetim Kayyımlığı
3-) İsteğe Bağlı Kayyımlık


1-) Temsil Kayyımlığı
Eğer kayyım,bir kimsenin belli bir işini görmek,belli bir işte kayyım atandığı gerçek veya tüzel kişiyi temsil etmek üzere görevlendirilmiş ise, buna temsil kayyımlığı deriz.
• Ergin bir kişi, hastalığı, başka bir yerde bulunması veya benzeri bir sebeple ivedi bir işini kendisi görebilecek veya bir temsilci atacak durumda değilse
• Bir işte yasal temsilcinin menfaati ile küçüğün veya kısıtlının menfaati çatışıyorsa
• Yasal temsilcinin görevini yerine getirmesine bir engel varsa
Temsil kayyımı atanır.
Bunların dışında
Çocuk ile ana ve baba arasında yapılacak borç altına sokucu işlemlerde çocuğu temsil etmek üzere,ana ve babanın çocuğun mallarına zarar vermeleri halinde malları yönetmek üzere,evlilik dışı doğan çocuğun menfaatlerini korumaz üzere, soybağının reddinde,babalık davasında, çocuğu temsil etmek üzere de temsil kayyımı atanır.
2-) Yönetim Kayyımlığı
Eğer kayyım,herhangi bir kimse tarafından yönetilemeyen,yani yönetimsiz mallar için gerekli önlemleri almak üzere atanmış ise buna da yönetim kayyımlığı diyoruz.
Yönetim kayyımı atanmasını gerektiren haller :
• Bir kimse uzun süreden beri bulunamaz ve oturduğu yer de bilinmezse
• Vesayet altına alınması için yeterli bir sebep bulunmamakla beraber,bir kişi malvarlığını kendi başına yönetmek veya bunun için temsilci atamak gücünden yoksunsa
• Bir terekede mirasçılık hakları henüz belli değilse veya cenin menfaatleri gerekli kılarsa
• Bir tüzel kişi gerekli organlardan yoksun kalmış ve yönetimi başka yoldan sağlanamamışsa,
• Bir hayır işi veya genel yarar amacı güden başka bir iş için halktan toplanan para ve sair yardımı yönetme ve harcama yolu sağlanmamışsa
3-) İsteğe Bağlı Kayyımlık
İstek üzerine kısıtlama sebeplerinin bulunması halinde,hakkında bu sebepler söz konusu olan ergin kişinin istemi üzerine bir kayyım atanabilir.Bu kayyımlık türü isteğe bağlı kayyımlık olarak isimlendirilir.
Kayyımlığın Sona Ermesi
• Temsil kayyımlığı,kayyımın yapmakla görevlendirildiği belirli işin veya işlerin bitirilmesiyle kendiliğinden sona erer.
• Yönetim kayyımlığı ise, kayyımın atanmasını gerektiren sebebin ortada kalkmasıyla veya kayyımın görevden alınmasıyla sona erer
YASAL DANIŞMANLIK
Genel Olarak
Kısıtlanması için yeterli sebep bulunmamakla beraber korunması bakımından fiil ehliyetinin sınırlanması gerekli görülen kişiye bazı işlerde görüşü alınmak üzere bir yasal danışman atanır.Bu kişiler fiil ehliyetleri itibariyle sınırlı ehliyetliler kategorisine girerler.
Türleri
1-) Oy Danışmanlığı
2-) Yönetim Danışmanlığı
3-) Tam Danışmanlık
1-) Oy Danışmanlığı
Danışman kanunda sayılmış olan işlerde görüşü alınmak üzere atanmış ise buna oy danışmanlığı deriz.Kanunda sayılmış olan ve kendisine danışman atanmış bulunan kişi tarafından yapılan işlemlerin geçerli olabilmesi için, danışmanın işlemler yapılmadan önce olumlu görüş bildirmesi veya bunlara sonradan onama vermesi şarttır.Aksi halde yapılmış işlem askıdadır,yani tek taraflı bağlamazlık yaptırımına tabidir.
Danışmanın görevi kanunda belirtilmiş olan işlemlerin yapılması sırasında oyunu açıklamak,yani sınırlı ehliyetlinin bunları yapıp yapmaması hususunda olumlu veya olumsuz görüşünü bildirmektir.
Yasal danışmanın görüşünü bildireceği işlemler şunlardır.
1-) Dava açma ve sulh olma
2-) Taşınmazların alımı,satımı rehnedilmesi ve bunların üzerinde örneğin
intifa hakkı,kaynak hakkı,üst hakkı gibi başka bir ayni hak kurulması
3-)Kıymetli evrakın alımı,satımı ve rehnedilmesi
4-) Olağan yönetim sınırları dışında kalan yapı işleri

5-)Ödünç verme ve alma
6-) Ana parayı alma
7-) Bağışlama ( bağış yapma )
8-) Kefil olma
2-) Yönetim Danışmanlığı
Eğer vesayet makamı,kendisine yasal danışman atanan kişiyi geliri dışındaki malvarlığını yönetme yetkisinden yoksun bırakıyorsa,bu halde yasal danışman artık bir yönetim danışmadır.Kendisine danışman olarak atandığı kişinin malvarlığı yönetimi için gerekli olan her türlü işlemleri onun adına bizzat yapar.
Kendisine yönetim danışmanı atanmış olan kişinin fiil ehliyeti,oy danışmanı atanmış olanınkinden daha çok sınırlandırılmıştır.Çünkü bu kişi artık malvarlığının yönetimiyle ilgili işlemleri bizzat yapamaz sadece gelirinde dilediği gibi tasarruf edebilir.
3-) Tam Danışmanlık
Yasal danışmanın hem oy danışmanı hem de yönetim danışmanı olarak atanabildiği duruma tam danışmanlık denir.
Yasal Danışmanlığın Sona Ermesi
Yasal danışmalık, vesayetin kaldırılmasına ilişkin hükümler uyarınca vesayet makamının kararıyla sona erer

Medeni hukuk

1.    Medeni Hukuk 1.sınıf Final Sınavı Sorusu
I. 20 yaşındaki Ali,Ayşeye 01.01.2010 tarihinde evlenme teklif etmiş,Ayşe,teklifi kabul etmiştir.Ayşe küçük yaşta anne ve babasını trafik kazasında kaybetmiştir.Ayşeye mahkemenin vasi tayin ettiği büyükannesi Fatma bakmaktadır.
II. Alinin ailesi,Ayşeyi istemeye gelir,büyükanne Fatma,Alinin askerliğini bitirmesinden sonra evlenmelerine razı olduğunu bildirir.Ali ve ailesi de nikahın askerlik dönüşü olmasını uygun karşılar.aileler arasında 01.02.2010 tarihinde nişan töreni yapılır.Alinin annesiAyşeye nişanda giymesi için elbise,ayakkabı,çanta gibi 500 tl tutarında giyim eşyası alır.Fatmaya da 200 tl tutarında kıyafet alarak hediye eder.Alinin babasıda Ayşeye nişan törenlerinde 1500tl değerinde tek taş pırlanta yüzük takar.
III.Ayşe,misafirliğe gittikleri bir evde lavaboda ellerini yıkarken yüzüğü çıkarır ve orada unutur.ertesi gün temizlik için gelen bayan yüzüğü farkedince alıp kuyumcuya götürür ve satar.kuyumcu bu yüzüğü vitrinde görüp beğenen Nerimana 900 tl karşılığında satarak teslim eder.
IV.nişan sonrası Ali asker gider.bir sınır karakolunda askerlik yaparken teröristlerce karakola düzenlenen saldırıda Ali hayatını kaybeder.nişanlılık sırasında Ali ile birlikte olan Ayşe, Alinin ölümünden bir süre sonra bir çocuk dünyaya getirir.Alinin babası bir vasiyetname yaparak, Ayşenin dünyaya getirdiği çocuğunun kendi torunu,oğlunun çocuğu olduğunu vasiyetnamesinde belirtir.
sorular
s1)Ayşenin nişanlanma ehliyeti varmıdır?olayda nişanlanma meydana gelmiş midir?nişanlanma şarta veya süreye bağlı mıdır?
s2)Alilnin ölümü üzerine Alinin annesinin Ayşeye ve büyükannesi Fatmaya verdiği hediyelerin iadesini istemesi mümkünmüdür?
s3)Alinin babasını Ayşeye taktığı yüzüğü istemesi mümkün müdür?
s4)Ayşenin yüzüğü Nerimandan geri alması mümkün müdür?
s5)Alinin babasının vasiyetnamesi Ayşenin dünyaya getirdiği çocuğun soybağı açısından hukuken bir anlam taşır mı?
olay II
I.Ali Ayşeyle evlenmek istemekte fakat ailesi Leyla ile evlenmediği taktirde evlatlıktan reddedeceklerini söyleyerek karşı çıkmaktadırlar.Ali ne ailesi nede Ayşeyi üzmek ister,ali önce ayşe ile nikah massına oturur ve nikahları kıyılır;aynı gün 2 saat sonra başka bir evlendirme memurluğunda leyla ile nikah kıyar(bu durumdan iki bayanında haberi yoktur)Ali iş bahanesi nedeniyle kimi zaman Leyla kimi zamn Ayşeyi idare etmeye başlar
II.Ayşe birgün gerçeği öğrenir ve boşanma davası açar.dava devam ederken Ayşe üzüntüden kalp krizi geçirir ve ölür.
sorular
s1)Alinin leyla ile yaptığı evlilik geçerli midir?geçerli değilse geçersizliğin türünü ve bu tür geçersizliği kimlerin ileri sürebileceğini açıklayınız.olayda bu evliliğin geçerliliği dava edilebilirmi?
s2)Ayşenin ölümü üzerine Ali Ayşeye mirasçı olabilir mi?
s3)Ayşenin açtığı boşanma davasında zina sebebine dayanılmadı mümkünmüdür?
olayIII
Ayşe hostes olmak üzere iş başvurusu yapmıştır.Ayşe en az 3 yıl evlenmemeyi kabul ederse iş başvurusunun kabul edileceği söylenince buna razı olmuş ve en az 3 yıl evlenmeyeceği taahhüdünü içeren sözleşmeyi imzlayarak işe başlamıştır.
soru:mk 23 maddesi çerçevesinde Ayşenin en az 3 yıl evlenmeyeceğine ilişkin taahhüdün geçerli olup olmadığını değerlendiriniz.
olayIV
I.30 yaşındaki Ali ile 25 yaşındaki Behice ocak 2003 yılından beri evli olup, eşler Alinin kiraladığı evde oturmaktadır.
II.Ali ekonomik nedenlerle işten kıralınca babası iş kurması için 100000tl verir,Ali bu parayla Behice ile beraber beğendikleri bir dükkanı satın alıp lokanta açar ,lokantayı tepriş etmek için Cemalden 20000tl tutarında taksitle masa sandalye tabak çatal kaşık gibi eşyalar alır.
III.çocuk sahibi olabayan Ali ve Behice eşini kaybettikten sonra geçim sıkıntısına düşen ve çocuğuna bakamayan Aysunun 2 yaşındaki kızına 1 yıldan beri bakmakta ve onu evlat edinmek istemektedirler.
IV.Alinin evlenmeden önce kazancından biriktirip bankaya 1 ay vadeli yatırdığı 50000tl si olup parası her ay 300tl faiz getirmektedir.Ali annesinden yadigar elmas takı setini evlendikten sonra kullanması için behiceye vermiştir.
sorular
s1)Ali Behicenin rızası olmadan oturdukları evle ilgili kira sözleşmesini feshedebilir mi?
s2)Alinin Cemalden yaptığı taksitli alışverişte,Behicede Ali ile birlikte Cemale karşı sorumlu olur mu?
s3)Ali ve Behicenin Aysunun çocuğunu evlat edinebilmeleri için hangi koşullar gereklidir?
s4)Ali ve Behice arasında hangi mal rejimi yürürlüktedir?bu mal rejimine göre Alinin bankadaki parasını faiz getirisi ve Behicenin kullandığı elmas takı ne çeşit maldır?
1.    Cevap: Medeni Hukuk 1.sınıf Final Sınavı Sorusu
OLAY 1:
1) Nişanlanma yaşı kanunda belirtilmemiş olup, TMK md.118/2'de "Nişanlanma yasal temsilcinin rızası olmadıkça küçüğü veya kısıtlıyı bağlamaz." hükmü yer almaktadır. Olayda Ayşe, küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş, normalde velayet altında olması gerekirken, bu sebepten ötürü vesayet altına girmiştir. Her ne kadar Ayşe'nin yaşı ve kısıtlı olup olmadığı olayda belirtilmemiş ise de, vesayet altında olduğu gerçeğinden biz Ayşe'nin ergin olmadığını anlıyoruz.
Nişanlanma kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haktır. Ayşe küçük de olsa nişanlanma ehliyetine sahiptir fakat küçüğün menfaatini korumak adına, nişanlanmanın mali sonuçlarından Ayşe, sorumlu tutulamayacaktır.
TMK md.118/1:Nişanlanma, evlenme vaadiyle olur.
Olayda Ali, Ayşe'ye 01.01.2010 tarihinde evlenme teklif etmiş, Ayşe de teklifi kabul etmiştir. Belirtilen hükümdeki "evlenme vaadi" şartı gerçekleştiği için nişanlanma meydana gelmiştir.
Ayşe'nin vasisi Fatma, Ali'nin askerliğini bitirmesinden sonra evlenmelerine razı olduğunu bildirmiş, Ali de bu şartı uygun bulmuştur. Böylelikle evlenme Ali'nin askere gidip gelmesi şartına bağlanmıştır. Nişanlanma hususunda böyle bir şart bulunmamaktadır ve Ayşe, Ali'nin evlenme teklifini kabul ettiği anda nişanlanma vücut bulmuştur. Ayşe'nin vasisi Fatma, Ali'nin askere gidip gelmesinden sonra evliliğe razı olduğunu beyan etmiştir ve bu rıza beyanına dayanarak Fatma'nın nişanlanmaya da razı olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Bu rıza beyanından sonra ise, Ali ile Ayşe arasında var olan nişanlanma, hem Ali hem de Ayşe için bağlayıcı nitelik taşımaktadır.
2)TMK md.122/1:Nişanlılık evlenme dışındaki bir sebeple sona ererse, nişanlıların birbirlerine veya ana ve babanın ya da onlar gibi davrananların, diğer nişanlıya vermiş oldukları alışılmışın dışındaki hediyeler, verenler tarafından geri istenebilir.
Belirtilen kanun hükmü çerçevesinde en başta belirtilmesi gereken husus, verilen hediyelerin yalnızca diğer nişanlıdan yani Ayşe'den talep edilebileceğidir. Yani Ali'nin annesi Fatma'dan hediyeleri geri talep edemeyecektir. Ancak belirtilmesi gereken başka bir nokta daha bulunmaktadır. Ali'nin annesinin, Fatma'ya hediye verme sebebi, oğlu Ali ile Ayşe'nin nişanlanmış olmasıdır ve Ali'nin ölümü ile bu sebep ortadan kalkmıştır. Bu gibi hallerde hediye veren tarafın sosyal konumuna ve mali durumuna bakarak, hediyenin geri talep edilmesi konusuna adil bir çözüm aranır. Olayda Ali'nin annesinin maddi durumundan bahsedilmemekle beraber, eğer maddi durumu düşük denilebilecek düzeyde olsa ve Fatma'ya hediye ettiği 200 TL değerindeki kıyafetler kendisini maddi olarak sıkıntıya düşürecek olsa idi, Borçlar Kanunu'nda belirlenen sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulanarak hediyeleri geri talep edebilecekti. Fakat daha öncede de değinildiği üzere olayda Ali'nin annesinin herhangi bir maddi sıkıntısından söz edilmemekte ve objektif olarak değerlendirdiğimizde günümüz şartlarında 200 TL fahiş fiyat sayılmamaktadır. Bu koşullar da göz önünde bulundurulduğunda Ali'nin annesinin Fatma'dan hediyeleri geri talep edemeyeceğini görüyoruz. Ali'nin annesinin Ayşe'ye verdiği hediyelerin mahiyetine gelince, TMK md.122/1'de hediyelerin geri talebi konusunda, "alışılmışın dışındaki hediyeler"in talep edilebileceği söz konusudur. Türkiye şartlarında değerlendirmek gerekirse, hemen hemen bütün yörelerde, Ali'nin annesinin, Ayşe'ye, nişanda giymesi için elbise, ayakkabı ve çanta alması normal karşılanacaktır. Bu hediyeler alışılmışın dışında vasfını taşımamakla beraber, hediyeler için ödenen 500 TL de fahiş bedel vasfı taşımamaktadır. Belirtilen gerekçeler doğrultusunda Ali'nin annesinin Ayşe'den hediyeleri geri talep etmesi söz konusu değildir.
3) Ali'nin babasının Ayşe'den 1500 TL değerindeki tek taş pırlanta yüzüğü geri talep etmesi hususuna gelince, hediyenin hem fiyatı hem de niteliği göz önünde bulundurulduğunda, yine Türkiye şartlarında bu yüzüğün alışılmışın dışında bir hediye olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu yüzden Ali'nin babası, yüzüğü Ayşe'den geri talep edebilecektir.

4) "Sahibinin elinden iradesi dışında çıkan, yani çalınan, gasp edilen, unutulan, düşürülen, yitirilen vb. taşınırların üçüncü kişilerce iyiniyetle kazanılabilmesi için, kazandırıcı zamanaşımını şartlarının gerçekleşmesi gerekir. Taşınırlarda mülkiyetin kazandırıcı zamanaşımıyla kazanılabilmesi için ise; kazananın, taşınırı iyiniyetli olarak beş yıl elinde bulundurması gerekir. Kazanan kişi iyiniyetli olsa bile, kazanmadan itibaren henüz beş yıllık zamanaşımı süresi geçmemişse; malın sahibi, açacağı bir taşınır davası ile malını ondan geri alabilir." Zevkliler, Medeni Hukuk Pratik Çalışmaları, sayfa 79.
Olayda Ayşe, misafirliğe gittikleri bir evde lavaboda ellerini yıkarken yüzüğü çıkarmış ve orada unutmuştur. Bu yüzden Ayşe'nin yüzüğü iradesi dışında elinden çıkardığını belirtmek gerekmektedir. Neriman ise yüzüğü bir kuyumcudan satın almıştır. Bu yüzden Neriman yüzüğün, Ayşe'ye ait olduğunu bilmeyip, bu konuda ayrıca bir özen göstermesi gerekmemektedir. Bütün bu belirtilenler çerçevesinde Neriman'ın iyiniyetli olduğunu söylemek doğru olur. Ayşe beş yıl içinde açacağı bir taşınır davası ile yüzüğü ondan geri alabilir.
5)""TMK md.282: Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur.
Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur.
Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur."

Olayda Ali ile çocuğu arasında, belirtilen kanun hükmündeki şartlar gerçekleşmediği için soybağı kurulmamıştır. Ayşe babalığın tespiti için mahkemeye başvurarak soybağının kurulmasını talep edebilir. Mahkeme, Ali'nin, çocuğun biyolojik babası olduğuna karar verirse, Ali'nin babasının vasiyetnamesi Ayşe'nin dünyaya getirdiği çocuğun soybağı açısından hukuken bir anlam taşır. OLAY 2:
1)TMK md.145: Aşağıdaki hâllerde evlenme mutlak butlanla batıldır:
1. Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması,
2. Eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması,
3. Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması,
4. Eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığın bulunması.
TMK md.146: Mutlak butlan davası, Cumhuriyet savcısı tarafından re'sen açılır.
Bu dava, ilgisi olan herkes tarafından da açılabilir.

Olay, yukarda belirtilen hükümler çerçevesinde değerlendirildiğinde, Ali ile Leyla'nın evliliği, Ali'nin evlilik sırasında Ayşe ile evli olması sebebiyle mutlak butlanla geçersizdir. Ali ile Leyla'nın evliliğine, Cumhuriyet savcısı veya ilgili olan herkes tarafından mutlak butlan davası açılabilir.
2)TMK md.161: Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir.
TMK md.181: Boşanan eşler, bu sıfatla birbirlerinin yasal mirasçısı olamazlar ve boşanmadan önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendilerine sağlanan hakları, aksi tasarruftan anlaşılmadıkça, kaybederler.
Boşanma davası devam ederken, ölen davacının mirasçılarından birisinin davaya devam etmesi ve davalının kusurunun ispatlanması hâlinde de yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.

Zinanın üç unsuru vardır, bunlar:
- Evli olmak
- Eşinden başka birisiyle cinsi ilişkide bulunmak
- Kusurlu olmak
Olayda Ali, Ayşe ile evli iken, Ayşe'den habersiz Leyla ile de evlenmiş ve iş bahanesiyle, kimi zaman Ayşe ile kimi zaman Leyla ile birlikte yaşamıştır. Bu durumda Ali ile Leyla arasında cinsi ilişkinin fiilen gerçekleştiğini kabul etmek gerekir. Ayrıca Ali, Leyla ile ailesini memnun etmek için, bilerek ve isteyerek evlenmiştir. Bu yüzden Ali'nin kusurlu olduğunu söylemek yerinde olur. Belirtilen bilgiler çerçevesinde Ali, zinanın bütün unsurlarını gerçekleştirmiştir.
Zina, mutlak boşanma sebebidir. Ayşe'nin zina sebebiyle açtığı davada hakim, evlilik birliğinin temelden sarsılıp sarsılmadığını araştımaya gerek görmeksizin, boşanmaya karar verecektir. Ayşe boşanma davası devam ederken yaşamını yitirdiği için, TMK md.181'e göre, Ayşe'nin mirasçılarının davaya devam etmesi ve Ali'nin kusurunun ispatlanması halinde -ki Ali'nin Leyla ile de resmi bir nikahı olduğu için, Ayşe'nin mirasçılarının zinayı ispat etmek için herhangi bir çaba harcamalarına gerek yoktur- Ali, Ayşe'ye mirasçı olamayacaktır.
3)TMK md.161: Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir.
Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.
Affeden tarafın dava hakkı yoktur.

2. sorunun cevabında da bahsedildiği gibi, Ali, zinanın vücut bulabilmesi için gerekli olan unsurların hepsini yerine getirmiştir. Yinelemek gerekirse, zina mutlak bir boşanma sebebidir ve Ayşe zina fiilinin gerçekleşmesinden itibaren beş yıl, zina fiilini öğrenmesinden itibaren altı ay içinde, zina sebebiyle boşanma davası açabilir
OLAY 3:
1)TMK md.23: Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez.
Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlâka aykırı olarak sınırlayamaz..Yazılı rıza üzerine insan kökenli biyolojik maddelerin alınması, aşılanması ve nakli mümkündür. Ancak, biyolojik madde verme borcu altına girmiş olandan edimini yerine getirmesi istenemez; maddî ve manevî tazminat isteminde bulunulamaz.

ANAYASA md.48/1: Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.
Olayda Ayşe, iş başvurusunun kabul olması için, üç yıl evlenmeyeceğine dair bir söleşme yapmıştır. Anayasamızın 48. maddesine göre, herkes sözleşme yapma özgürlüğüne sahiptir. Ancak, TMK md.23'de kişilerin hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçmeleri yasaklanmıştır. Bu bağlamda Ayşe'nin evlenme hakkını sınırlandırmak adına yaptığı sözleşme hükümsüzdür. Böylelikle tarafların bu sözleşmeden herhangi bir hak kazanması veya borç altına girmesi de söz konusu değildir.
OLAY 4:
1)TMK md.194/1: Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.
Belirtilen kanun hükmünde, eşlerden birininin, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemeyeceği kesin bir dille ortaya konulmuştur. Bu hüküm çerçevesinde olayı değerlendirdiğimizde, Ali'nin, Behice'nin açık rızasını almadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemeyeceğini söylemek yerindedir.
2)TMK md.188: Eşlerden her biri, ortak yaşamın devamı süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için evlilik birliğini temsil eder.
Ailenin diğer ihtiyaçları için eşlerden biri, birliği ancak aşağıdaki hâllerde temsil edebilir:
1. Diğer eş veya haklı sebeplerle hâkim tarafından yetkili kılınmışsa,
2. Birliğin yararı bakımından gecikmede sakınca bulunur ve diğer eşin hastalığı, başka bir yerde olması veya benzeri sebeplerle rızası alınamazsa.

TMK md.189: Birliği temsil yetkisinin kullanıldığı hâllerde, eşler üçüncü kişilere karşı müteselsilen sorumlu olurlar.
Eşlerden her biri, birliği temsil yetkisi bulunmaksızın yaptığı işlemlerden kişisel olarak sorumludur. Ancak, temsil yetkisinin üçüncü kişilerce anlaşılamayacak şekilde aşılması hâlinde eşler müteselsilen sorumludurlar.

Evlilik birliğinin temsilinde, göz önünde bulundurulması gereken temel nitelik, temsilin ailenin olağan ihtiyaçları için yapılıp yapılmadığıdır. Ailenin olağan ihtiyaçları deyimiyle anlatılmak istenen, ailenin yeme-içme, giyinme, barınma, ısınma, çocukların eğitimi, aile bireylerinin sağlığı vb. ihtiyaçlardır. Ailenin olağan dışı ihtiyaçları deyimi ile anlatılmak istenen ise, aile bireylerinin yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan temel ihtiyaçların dışında kalan ihtiyaçlardır. İhtiyaçların, olağan veya olağan dışı olmasının saptanmasında, objektif ve sübjektif ölçütler vardır. Yukarıda belirtilen ölçütler, objektif ölçüt kapsamındadır. Sübjektif ölçütün belirlenmesinde ise, ailenin, sosyal konumuna, mali durumuna ve yaşadığı çevreye bakılarak değerlendirme yapılması söz konusudur.
Olayı objektif ölçüt kapsamında değerlendirmek gerekirse, Ali'nin kendi işi için yaptığı masraflar ailenin olağan ihtiyaçları kapsamı dışındadır. Bu yüzden TMK md.189/2 gereğince Ali, Cemal ile yaptığı sözleşmeden doğan borçlar için kişisel olarak sorumludur. Behice'nin mütesesil sorumluluğu yoktur.
3)TMK md.305: Bir küçüğün evlât edinilmesi, evlât edinen tarafından bir yıl süreyle bakılmış ve eğitilmiş olması koşuluna bağlıdır.
Evlât edinmenin her hâlde küçüğün yararına bulunması ve evlât edinenin diğer çocuklarının yararlarının hakkaniyete aykırı bir biçimde zedelenmemesi de gerekir.
TMK md.306/1,2: Eşler, ancak birlikte evlât edinebilirler; evli olmayanlar birlikte evlât edinemezler.
Eşlerin en az beş yıldan beri evli olmaları veya otuz yaşını doldurmuş bulunmaları gerekir.
TMK md.308: Evlât edinilenin, evlât edinenden en az onsekiz yaş küçük olması şarttır.
Ayırt etme gücüne sahip olan küçük, rızası olmadıkça evlât edinilemez.
Vesayet altındaki küçük, ayırt etme gücüne sahip olup olmadığına bakılmaksızın vesayet dairelerinin izniyle evlât edinilebilir.

TMK md.309: Evlât edinme, küçüğün ana ve babasının rızasını gerektirir.
Rıza, küçüğün veya ana ve babasının oturdukları yer mahkemesinde sözlü veya yazılı olarak açıklanarak tutanağa geçirilir.
Verilen rıza, evlât edinenlerin adları belirtilmemiş veya evlât edinenler henüz belirlenmemiş olsa dahi geçerlidir.
TMK md.310: Rıza, küçüğün doğumunun üzerinden altı hafta geçmeden önce verilemez.
Rıza, tutanağa geçirilme tarihinden başlayarak altı hafta içinde aynı usulle geri alınabilir.
Geri almadan sonra yeniden verilen rıza kesindir.
TMK md.311: Aşağıdaki hâllerde ana ve babadan birinin rızası aranmaz:
l. Kim olduğu veya uzun süreden beri nerede oturduğu bilinmiyorsa veya ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksun bulunuyorsa,
2. Küçüğe karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerine getirmiyorsa.

Belirtilen kanun hükümlerini olayın koşullarına göre değerlendirmek gerekirse, evlat edinme için aranan şartlar:
-Küçüğün, evlât edinen tarafından bir yıl süreyle bakılmış ve eğitilmiş olması
-Evlat edinmenin, küçüğün mefaatine olması
-Evlat edinme talebi olan kişilerin evli olması
-Evliliğin en az beş yıldır devam ediyor olması
-Eşlerin otuz yaşını doldurmuş olmaları
-Evlât edinilenin, evlât edinenden en az onsekiz yaş küçük olması
-Evlat edinilen küçüğün, ana-babasının rızasının olması
-Rızanın mahkemede sözlü veya yazılı olarak beyan edilmesi
-Evlat edinilen küçüğün doğumundan altı haftadan fazla zaman geçmiş olmasıdır.
Belirlenen şartların tek tek değerlendirilmesi gerekir. Fakat olayda, Behice 25 yaşında olduğu için, aranan şartlardan "eşlerin otuz yaşını doldurmuş olmaları" şartı var olmamakta, bu yüzden diğer şartların varlığını değerlendirmeye gerek kalmamaktadır. Ali ve Behice'nin, Aysu'nun 2 yaşındaki kızını evlat edinemeyecekleri net bir biçimde görülmektedir
/alıntı/

Anayasa Hukuku

Anayasa Hukuku

Hukuk:Toplum hayatını düzenleyen kurallar bütünü (ihlal durumunda devlet otoritesi tarafından yaptırım uygulanır)
Anayasaevlet faaliyetlerini düzenleyen yasa metni.Devletin oluşum biçimini düzenler.Hem devleti hem bireyi kapsar.Devletle birey ilişkilerini hukuk kurallarına bağlı olarak düzenler
Pozitif Hukuk: Yürürlükteki Hukuk kuralları
Anayasa Üstünlüğü Kuralıiğer hukuk kurallarının anayasa metnine uygun olması kuralıdır.(1982 anayasası 11.mad.)Anayasa mahkemeleri bunu denetler.
Anayasal Yönetim:Fransız ihtilalinde ortaya çıkmaya başladı.
Mutlak Monarşi ir kişinin devlet otoritesi olması.Tüm kuvvetlerin tek elde olması.(eski düşünceye göre kral tanrının temsilcisi bu yüzden yetkiler sınırsız.Teba bu yetkilere uymak zorunda olan kralın yönetimi altındaki halk.)
18.yy. Anayasacılık hareketleri:Amerika’da İngiliz kolonileri anayasal yönetimlerin temelini attı.İlk Virginia sonra da diğer koloniler bağımsızlık bildirgelerini yayınladılar.O zamanlar Hukuk ta fransızcanın daha etkili olması sebebiyle Fransız ihtilalinin etkileri daha geniş ve daha hızlı göstermiş oldu.
Meşruti Monarşievlet yetkileri anayasaca düzenli.Parlamentoda da aristokratlar yer alıyordu.
Osmanlı-Türk Anayasacılık hareketleri: 1839 Tanzimat Fermanı ile batıya benzer bir takım gelişmeler oldu.
-Tanzimat Fermanı:Kişinin haklarını düzenleyen bir metindir ama anayasa değildir çünkü tek taraflı bağlayıcı bir metindir.Amaç Osmanlının batının gelişmesini yakalayabilmek.
-1854 Islahat Fermanı:Anayasa değil yaptırım uygulayabilecek bir mekanizma mevcut değil.İçeriği her Osmanlı vatandaşının haklarını belirtmek (vergi,askerlik memurluk din ırk ayrımı olmadan)
-1876 Kanun-i Esasi:Anayasa metnidir.Anayasa hareketlilikleri neticesinde olmuş olup aynı derecede değildir.
-Denetleme Mekanizması:Meclisi Umumi:
Mebuseçimlerle olurdu bu hak erkeklere tanındı Ayanadişah tarafından seçilenler.
Padişahın yasama yetkilerini sınırlayamıyor.En son yetki yine padişahta.Kanun-i Esasi’ye göre kanun tasarısı için kanun tasarısı için padişaha danışılır.İzin verirse bu iki meclis görüşür ve padişahın onayı için tekrar padişaha gider.Onay yetkisini kullanmazsa yasama süreci tamamlanmadan sona ermiş olur.
1909 da kanun tasarısı için padişaha sorulması kaldırıldı.Padişah söz konusu yasayı onaylamazsa yasa tasarısı meclise tekrar geri dönecek ve eğer 2/3 çoğunluk sağlanırsa tasarı padişaha tekrar gider ve onayı zorunludur.Ayrıca bu yılda padişahın parlamentoyu fesih yetkisine sınır getirildi.Meclis feshinden en geç 3 ay içinde seçimlerin yapılması mecburidir.
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu: (Devletin temel düzeni hakkındaki kanun)
Yürürlüğe koyan 1920 de kurulan TBMM.1921’de meclis bu metni yürürlüğe koymuştur.Teknik anlamda anayasa değil.Sadece devletin temel idaresi hakkında maddeler içerir.
** 1.Madde:Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir.(geleneksel yönetim biçiminden rasyonele geçiştir) Devrimci bir ilke.Padişahı ve saltanatı yok sayar.
Klasik Literatüre göre Hükümet Sistemlerinin Tasnifi:
-Devlet Yetkilerinin hangi makamlarda olduğu
-Farklı organların karşılıklı olarak birbiri üzerinde sahip olduğu yetkiye göre
Kuvvetler Birliği:Yasma ve yürütmenin aynı organın elinde olduğu sistem
-Yasama ve yürütme organları yürütme organında olan sistemler(monarşi,diktatörlük)
-Yasama ve yürütme yasama organında olabilir.(meclis hükümeti sistemi)
1921 anayasası 8.maddesine göre TBMM icra vekillerini(bakanlar kurulu) seçme ve görevine son verme yetkisine sahiptir.Fakat bakanlar kurulu meclisi feshedemez.Aynı anayasada bir devlet başkanlığı müessesi yoktur.Bu sistem İsviçre de halen geçerlidir.
Kuvvetler Ayrılığı: Yasama ve yürütme organları ayrıdır.Bu sistem 2’ye ayrılır
-Başkanlık :Yasama ve yürütme sert ve kesin olarak ayrı.
-Parlamenter: Yasama ve yürütme yumuşak ve esnek olarak birbirinden ayrı.
Başkanlık Sistemi:Yasama yetkisi “kongre” denilen organdadır.Yürütme yetkisi ise başkana aittir.Başkan, “yasama organı” kongreyi feshedemez aynı şekilde kongrede başkanı feshedemez.Sadece başkanın ağır bir suç işlemesiyle başkan feshedilebilir(impeechment)            Başkan halk tarafından seçilir(oylama ile yada dolaylı olarak halkın seçiciler kurulunu seçmesi ve bu kurulun da başkanı seçmesi gibi).Aynı zamanda halk kongre üyelerini de seçer ve bu kişiler de yasama yetkisini kullanırlar.
*Organların kesin ve sert biçiminde ayrı olduklarının belirtileri:
-Başkan ve kongre ayrı ayrı seçiliyor
-Karşılıklı fesih yetkileri yok.Başkan bir takım yardımcılar kullanır.Fakat parlamentodakilerden farklı.Başkan mutlak yürütme yetkisine sahip.Ayrıca bu yardımcı kişiler yürütme yetkisinde başkanla eşit statüde değiller.Sadece danışman pozisyonundalar.Bu sistemde yürütme monist bir karakterde.Başkan için güven oyu söz konusu değildir.Kongrenin belirlediği süre zarfında yürütme yetkisini kullanır.
Parlamenter Sistem(Kuvvet Ayrılığı):Yasma yürütme farklı organda.Yürütme yetkisi devlet başkanı ve bakanlar kurulunda.Yasama yetkisi ise meclis (parlamentoda).Yasma organı halk tarafından seçilir.Bu organda salt çoğunluğa sahip olan bakanlar kurulunu da oluşturmaya yetkili olur.Bu sistemde yürütme düalist bir karakterdedir.Yasma ve yürütme karşılıklı olarak hukuki haklara sahiptir.
Çoğunluk alan parti başkanı bakanlar kurulu listesini devlet başkanına sunar onay alırsa parlamentodan güvenoyu alması gerekir.Alamazsa hukuki varlığı sona erir.Eğer seçimlerde çoğunluk sağlanmazsa koalisyon hükümeti kurulabilir. Hükümet faaliyetleri sırasınca bu güvenoyunu koruması gerekir.Eğer kaybederse “gensoru” mekanizması ile hükümetin hukuki varlığı sona erdirilebilir.Buna ek olarak bu mekanizma tek bir bakan ya da milletvekiline de verilebilir.Bu yasama organının yürütme organını durdurabilecek bir mekanizmadır.Klasik parlamenter sistemlerde başkanın meclisi fesih yetkisi vardır fakat sınırsız değildir belirli kuralları vardır.1961 anayasası 108.mad. ile 1982 116.mad. ‘si cumhurbaşkanına meclis seçimlerini yenileme yetkisi vermiştir.Meclis seçimlerinin yenilenmesinde hukuki varlık sona ermez yeni genel seçimin yapılması ve bunun yürürlüğe girmesine kadar eski yasama organı görevini
sürdürür.Meclis feshinde ise yasama yetkileri o anda biter.1982 anayasası fesih yetkisi değil de seçimlerin yenilenmesi yetkisini tanımıştır sebebi ise ülkenin meclissiz kalmaması.
Çoğunluğa sahip hükümet anayasada öngörülen tarih öncesi bir tarihte erken seçim kararına varabilir.Anayasaya göre meclisin görev süresi 5 yıldır.Fakat bu süreden önce bu görev sona erebilir.Bu süre sabit bir süre değildir.Gensoru ile bu süre kısa olabilir.Erken seçimin ise çeşitli sebepleri olabilir.Mevcut hükümet ileriyi düşünerek kendine uygun bir zamanda erken seçim yaptırabilir.82 den beri hep erken seçim yapıldı.Ve hiç meclis seçimlerinin yenilenme yetkisi kullanılmadı.Yürütme yetkisi devlet başkanı ve bakanlar kurulu arasında kullanılır.Parlamenter sistemlerde devlet başkanının yetkisi semboliktir.Bu sistemlerde bakanlar kurulu hukuki ve siyasi açıdan sorumludur.
*Yetkiler ve sorumlulukların birbirine paralel olması gerekir*
Karşı İmza:Cumhurbaşkanları icrai alanlarda gerçek yetkilere sahip değillerdir.Başkanın eylemleri semboliklerdir.Başkanlar tek başlarına yürütme yetkileri yoktur bunun için bakanlar kurulu ve başbakanın imzası gerekir (counter signature)
Yetkileri Ör akanlar kurulunu toplantıya çağırmak
Kanun imzalamak
Yasama yılı başında konuşma yapmak
Yarı Başkanlık Sistemleri: (kuvvetler ayrılığı)Karma melez niteliktedir.Yürütme cumhurbaşkanı ve bakanlar kuruluna ait,yasama ise parlamentoya aittir.Başkan halk tarafından seçilir.Bu başkanlar sembolik değil icrai yetkilerle donanmıştır.Bu yetkileri bakanlar kurulu ile paylaşır.Halk iki ayrı seçimle başkanı ve parlamentoyu seçer.İki ayrı seçim olur.Parlamento genel seçimleri sonucunda çoğunluktaki parti hükümeti kurar çoğunlukta değilse koalisyonla hükümeti kurabilir.Yasma ve yürütmenin yetkileri parlamenter sistemdeki gibidir.Aynı şekilde güvenoyu vardır.Hükümet görevi süresince yine bu güvenoyunu korumak zorundadır.Cumhur başkanının meclisi fesih yetkisi vardır.Bu sınırlı değil başkan dilediği zaman fesih yetkisini kullanabilir.
1923 de yapılan değişikliklerle rejimin adı cumhuriyet oldu.Cumhurbaşkanlığının adı kondu.Hükümetin oluşum prosedürü de değişti.CB. meclis üyeleri arasından başbakanı seçer başbakan da bakanlar kurulunu seçer onaylanmasından sonra yürürlüğe girmiş olur.
1924 Anayasası:

4.Madde: Egemenlik yetkisi Türk milleti adına TBMM’ye devirli              
5.Madde: Meclis Hükümeti sistemini uygular
7.Madde: Yasama organı üstün yetkilere sahiptir.Yürütmeyi denetleyebilir.
6.Madde: Meclis yasa yetkilerini kendi kullanır.
7.Madde 1.Fıkra Yürütme yetkisini Cb. Bakanlar kurulu tarafından kullanır.
24-60 arasında da meclis yürütme yetkisini kullanmaya teşebbüs etmedi.
39.Madde: Karşı imza ilkesi (CB.’nin kararları,eylemleri i ve işlemleri başbakan ve bakanlar kurulunca imzalanır.
44-46.Maddeler: Bugünkü başbakan ve bakan seçimleri ve bakanların sorumlulukları (“kolektif” tüm bakanların parlamentoya olan sorumlulukları bireysel sorumluluk ise her bakanın kendi işine olan sorumluluğu.)
Başka bir özellik ise sert olması ve anayasanın üstünlüğüne önem veriyor olmasıdır.(Anayasa hükümlerinin değiştirilmesi veya kaldırılması eğer normal yasalardan ve adi kanunlardan daha zorsa bu anayasa serttir.)
82 anayasasına göre bir milletvekili tek başına kanun değişikliği tasarısı verebilir fakat anaysa değişikliği için meclisin 1/3 !inin imza vermesi gerekir.
102.Madde: Anayasa değişiklik teklifi.
-Tam üye sayısının üçte birinin imzası
-Tam sayının 2/3 kabul oyu
-1.Maddenin değişmesi için tasarı bile verilemez.
103.Madde:Anayasa üstünlüğü ilkesine yer verir.Hiçbir kanun anayasaya aykırı olamaz.Aykırı bir hüküm olursa anayasa mahkemesi tarafından iptal olur.
Bu anayasa çağdaşlaşmanın olması için laikliğin gerekli olduğunu vurguluyordu.Laiklik ve çağdaşlaşma yolunda önemli adımların bulunuyor olmasına rağmen bu anayasada 2.maddede dinin İslam olduğu ifade edilmiştir.Ayrıca 26.maddeye göre meclis ahkam-ı şer’iyye ‘nin temizi ile hükümlüdür.1961 anayasasında bu hükümler kalkmıştır.
1924 anayasası tüm insan haklarına değil de klasik haklar denilen hükümlere yer vermiştir.Sosyal haklar yoktu.Ayrıca bu varolan klasik hakların da nasıl kullanılacağı da ayrıntısıyla söz edilmemiş sadece adı belli.
Negatif statü hakları(klasik): Yaşama,dilekçe
Pozitif statü hakları (sosyal): Eğitim,sağlık.
1924 anayasası özü itibariyle çoğunlukçu (majoritarian) bir karakterde.
Çoğunlukçu Demokrasi(majoritarian) elli bir zaman dilimindeki hakim aritmetik anlamdaki çoğunluk mutlak ve sınırsızdır.Rousseau bunu varsayımlarla açıklamıştır.Bu görüş Fransız Rousseau’nundur.Ona göre genel irade (Bir toplumun tümünün iradesi) mutlak ve şaşmazdır ayrıca sınırsız yetkilere sahiptir.Genel irade her zaman kamu iyiliğine önem verir.
1924 anayasası bu sistemi benimsemiştir.sayısal çoğunluğun iradesini sınırlayacak herhangi bir mekanizma yoktur.Bu düzende azınlık haklarını savunacak hiçbir şey yok.Ayrıca bu sistemde iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkileri düzenleyecek herhangi bir mekanizma da söz konusu değil.Bu anayasa sistemi çeşitli anti-demokratik hareketlere yol açtığı için 27 mayıs. 1960 ta darbeyle sona erdirildi.1924’te bu sistemin kabul edilmesinin sebebi o zamanlar siyasal hayatın Fransız kamu hukukundan etkilenmiş olmasıydı.Ve bu Fransız hukuku Rousseaucudur bu sebeple Türkiye’de bu sistemi benimser.O zamanlar rejim için tek tehlikenin saltanat olduğu düşünülüyordu.Milletin temsilcilerinin sorun olabileceği düşünülmüyordu.Ayrıca bu sistem devrimlere daha elverişliydi.Bu sebeplerden dolayı kabul edildi.1924 anayasasının 102 maddesi bu anayasanın sert olduğunun belirtisidir.Ayrıca anayasa üstünlüğü ilkesi de benimsenmiştir.
1960 darbesiyle yeni bir dönem başlamıştır.Yasama ve yürütmenin nasıl uygulanacağı Milli Birlik Konseyinin yayınladığı 1.no’lu geçici anayasa ile belirlenmiştir.Buna göre yasama yetkisi MBK’de.Yürütme yetkisi bakanlar kurulu eliyle kullanılacak.Bu bakanlar kurulunun tayin yetkisi MBK başkanı Cemal Gürsel’e ait.ayrıca Cemal Gürsel aynı zamanda MBK,başkomutan başbakan,devlet başkanı sıfatlarına sahip.

Prof. Dr. Sıdık Sami Onar başkanlığındaki İstanbul Konseyine yeni bir anayasa oluşturma yetkisi verildi.Fakat hazırladıkları taslak yoğun tepkiler aldı.Çünkü milletin temsilcilerinin yetkileri olabildiğine kısıtlanmıştı.(tepki mantığı :her anayasa bir öncekine tepki niteliği taşır.)
Kurucu Meclis yasama meclislerinden farklıdır.Kurucu meclis bir ülkede yeni bir anayasa düzeni yapmaya yetkili bir meclis ve hiçbir hukuk kuralı kurucu meclisi sınırlayamaz.Bir ülkenin anayasal düzenini baştanbaşa değiştirme hakkına sahip olan meclistir.Yetkileri sınırsız fakat istediği anayasal düzeni getiremez.Hukuksal yaptırımı yoktur ama sosyolojik anlamda sınırlıdır.
Yeni anayasayı oluşturmak için kurulan kurucu meclis iki meclisten oluşur.1.’si MBK’den oluşur diğeri ise temsilciler meclisi (seçmen iradesiyle oluşur)Mecliste o tarihte yer alan partilerin temsilcilerinden oluşur.(CHP;CKMP).İki dereceli seçime benzer bir seçimle kuruldu.
Kısa sürede 61 anayasasını hazırlamış ve 9 Temmuz 1961’de halk tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir.Ve ardından seçimlerle yönetim sivillere terkedilmiştir1961 Anayasası’nın Temel Nitelikleri
Çoğunlukçu demokrasi anlayışından çoğulcu demokrasi anlayışına geçilmiştir.Yasama yürütme ve yargı ayrı ayrı anayasaya bağlı.Yani anayasanın üstün olduğu bir siyasi düzen öngörülüyor.1924’ten farklı olarak kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir.18.yy. anayasa hareketlerinin kaynağı aydınlanma felsefesidir.Montesquieu bu sıralar kuvveler ayrılığı teorisini yarattı.Tabi o zamanlar bu kuvvetler ayrılığı sistemi farklı idi.Bugünkü siyasal parti yapısı o zamanlar yoktu.Günümüz şartlarında kuvveler ayrılığı ilkesinin önemi yargı organının bağımsız olmasındandır.24 anayasasında yasama yürütme TBMM elinde.Yasama kendinde yürütme CB ve bakanlar kurulu eliyle yapılıyor.Yargı yetkisi bağımsız mahkemelerin.Bağımsız olarak geçiyor fakat bunu uygulayacak mekanizmalar bu anayasada yok 61 anayasasıyla tüm bunlar düzenlendi.
1961 anayasası kuvvetler ayrılığı ilkesini yerleştirdi ayrıca yasamayı da iki meclise ayırdı.
-Millet Meclisi
-Cumhuriyet Senatosu.(Anayasaya aykırı kanunların yürürlüğe girmesini engelleyecek bir ön mekanizma )
Bu anayasa devlet iktidarının bölüşülmesinde sadece yatay değil dikey şekilde de bir idari parçalama yoluna gitmiştir
Temel Haklar ve Özgürlükler: 1961 anayasasında her şeyden önce temel hak ve özgürlüklere ilişkin madde sayısı daha fazla ayrıca ayrıntıları da içeriyor.24 anayasası temelde özgürlüklere yer verdiği halde güvence yoktur. 61’de bu söz konusu değil 3 kategori vardır.
-Anayasanın herhangi bir hakkı düzenleyen herhangi bir hükmünde o hakları düzenleyen herhangi bir sınırlayıcı ifadeye yer yok.Mad.20-21
-Herhangi bir maddede sınırlama yok,bunların kanunla düzenlenebileceği ve kanun ile sınırlanabileceği haklar.(Basit yasa kaydıyla düzenlenen haklar) Mad.17
-Nitelikli yasa kaydıyla düzenlenen haklar.Anayasa maddesinde hakkı düzenleyen hükmünde o hakkın hangi gerekçeler ile sınırlanabileceği belirtiliyorsa.Mad.18Temel Hak ve özgürlüklerin sınırlanmasımad.11.)
1-)Temel hak ve özgürlüğü düzenleyen kanun kesinlikle anayasanın temeline ve özüne uygun olmalıdır ancak kanunla düzenlenir.
2-)Öze dokunma yasağı: Hakkın özü kullanımı sınırlayan bütünüyle ortadan kaldıran bütün işlemler öze dokunma yasağına girer ve geçersiz olur.
11.mad 71’e kadar tüm temel hak ve özgürlükler için güvence olmuştur.
1961 Anayasasının uygulanması: D.P.’nin anayasa yapımından dışlanması aynı zamanda seçmenlerin çoğunun dışlanması idi.D.P.’nin mirasçısı sayılan A.P. sık sık yeni anayasaya eleştiri yapıyordu.65’te tek başına iktidar oldu.69'da da yine iktidarı tek başına elinde tuttu.Bu eleştirilerinin onları iktidar yapması halkın da bu yeni anayasayı benimsemediğini gösterir.
A.P.’ye göre bu anayasa kamu düzenini bozuyor ve yürütme yetkisinin işlemesini engelliyordu.Böylece devlet otoritesi günden güne zayıflıyordu.Şiddetin günden güne artması sonucu askeri güçler yayınladıkları bir muhtıra ile hükümetin istifa etmesini sağladı.Bu yarı bir askeri yönetim sayılır.Meclis feshedilmedi,yöneticiler yargılanmadı ve tüm mekanizmalar normal şekilde işliyordu.Tabi darbe tehdidi altında.
Nihat Erim başbakanlığında partiler üstü bir geçici yönetim kurulmuştu.Adına partiler üstü denmesinin sebebi tüm meclisten seçilen ve parti fakı gözetmeden seçilen ve bunun yanında meclis dışından da yöneticiler alınan bir hükümet olmasıydı.Bunun amacı T.Sil.Kuv.’nin anayasada istediği değişiklikleri yaptırabilmesiydi.61 anayasası 71-73 yılları arasında köklü değişikliklere uğramıştır.Bu değişikliklerin amacı:
-Yürütmenin otoritesini takviye etmek:61 ilk metninde bak.kur.’nun KHK. çıkarma yetkisi yoktu.Bu yüzden 64.mad.’ye ek hükümler getirilerek bu yetki verilmiştir.KHK’ler aslında yasama işlemleridir çünkü yürürlükteki kanunu değiştirirler ya da yürürlükten kaldırırlar.(fonksiyonel açıdan yasama)
-Özerk kuruluşların değişikliği:Üniversitelerin özerkliği zayıflatıldı ve TRT’ninki kaldırıldı.
-Devlet kanun değişikliğini ancak yasa ile düzenleyebilir.
Tabii Hakim İlkesi: Bir suçun ancak işlendiği zaman mevcut olan mahkemeler tarafından yargılanma ilkesidir.Yani suçun niteliğine göre mahkeme kurulamaz.
1402 sayılı kanun. 11.maddeye göre sıkıyönetim ilan edilen yerde Milli Savunma Bak. Duyduğu ihtiyaç üzerine yeter sayıda sıkıyönetim mahkemesi kurabilir.13.maddede sıkıyönetim ilanında en çok 3 ay öncesine kadar sıkıyönetim yapılmasına neden olan suçlar ancak sıkıyönetim mahkemesince uygulanır.Bu hüküm tabii hakim ilkesiyle çelişir.
Bu ilkeler sonra kanuni yargı ve kanuni hakim ilkesi olarak adları değiştirildi fakat bu lafzen anayasaya uygun oldu fakat özünde halen aykırı idi.
1971’de yapılan değişikliklerden biri de yargıdaki değişikliklerdir.
149.madde anayasa mahkemesi yetkilerinin bir hükmüne yer verir.Burada anayasa mahkemesine dava açma yetkilerine sahip olanlar belirtilmiştir.Siyasi partinin grup teşkil etmesi için 10 vekile ihtiyacı vardır.Temsilci dendiği zaman tek bir vekil bile yeterlidir.!961 anayasasında temsilcisi olan partilere anayasa mahkemesine dava açma yetkisi verildi.71-73 deki değişikliklerle bu ortadan kaldırıldı ve sadece grubu bulunanlara verildi.
Bütün idari işlemlerin yargı denetim Danıştay ile yapılırdı.71’den sonra askeri yüksek mahkemeleri kuruldu.Askerlikle ilgisi olanların eylem ve işlemlerini bu askeri yüksek mahkemeler yürütürdü.
Devlet Güvenlik Mahkemeleri devletin aleyhine işlemlere bakan mahkemelerdir.Askeri hakimlerde bulunur.
Değişikliklerin asıl maksadı yargının sınırlarının artırılması,temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanması bunların sonucu olarak da kamu huzur ve güvenliğinin korunması idi.
Benzeşen özellikteki rastgele konular:
Anayasa Hukuku Ders Notları 2
Milli Güvenlik Konseyi ve 1982 Anayasası’nın Yapılması
27 Ekim 1980’de geçici anayasa düzeni hakkındaki kanun yürürlüğe kondu.Buna göre yeni anayasa hazırlanana kadar 61 anayasası yürürlükte kalacaktı.Meclis ve CB’ ye tanınan haklar MGK.’nindir.Ayrıca CB’ ye tanınan tüm yetkiler MGK ve devlet başkanı sıfatına sahip olan Kenan Evren’in olacaktır.Bülent Ulusu’nun kurduğu hükümette yürütme yetkisini kullanacaktı. Bu konsey süresince de anayasa yargısı ve idari yargıya sınırlar konuldu.
29 Haz. 198’de yeni bir anayasa hazırlanması için kurucu meclis kanunu yürürlüğe girdi. İki meclis var üyeler asker ve sivillerden oluşmakta idi.Kurucu meclisin yetkisi sadece anayasa yapmak değil halk oylamasını düzene koyacak seçmen kanununu da hazırlamak idi.Asker olanlar MGK sivil olan meclis ise danışma meclisi denmekteydi.Bu danışma meclisi 160 kişiden meydana gelmekteydi.Bunun 120 ‘si dolaylı olarak MGK tarafından seçilenler geri kalan 40’ı ise direkt olarak MGK tarafından seçilenlerdi.120 kişinin seçimi için 11Eyl.1980 tarihinde hiçbir siyasi parti üyesi olmama ve yüksek okul bitirmiş olma şartları koşulmuştu.Ayrıca her ilin kaç temsilcisi olacağı da düzene konulmuştu.Valiler başvuruları kabul edip kişiler hakkında geçmiş araştırması yapacaklar ve ayrıca o il için tespit edilmiş üye sayısının 3 katı kadar adayı MGK’ ye bildireceklerdi bunları ise MGK seçecekti.Diğer 40 kişi ise doğrudan doğruya MGK’ ye başvuracaktı.Anayasanın kabulü ve ardından seçim kanununun hazırlanmasıyla 83’te seçimler yapıldı ve sivil yönetime geçildi.
1961 ve 1982 Anayasalarının Benzerlikleri ve Farklılıkları :
Benzerlikleri:
-Askeri müdahale sonucunda oldu.
-Bir kanadı askeri diğer kanadı sivil olan kurucu meclisler tarafından yapıldı (MGK,MBK) (temsilciler meclisi ,Danışma meclisi)
-Kurucu meclislerin sivil kanadı seçimlerle oluşmadı
-Hazırlanan anayasa halkoyuyla yürürlüğe girdi.
-Sivil kanadın bakanlar kurulunun oluşturulmasında ve düşürülmesinde yetkileri yoktu.

Farklar:
-61 temsilciler meclisi daha temsili nitelik taşımakta yaklaşık 1/3’ü dolaylı bir seçimle önemli bir bölümü ise kooptasyon yani çeşitli meslek kuruluşlarının kendi temsilcilerini seçmesiyle oluşmuştur.82 Danışma meclisinde tüm üyeler MGK tarafından seçildi.
-Temsilciler meclisinde anayasa yapım sürecinde partilerin de büyük etkisi oldu.Danışma meclisinde ise partisiz bir anayasa niteliği var 11 Eyl.80 e kadar olan zamanda partilere mensup olanlar üye olarak kabul edilmedi.
-Danışma meclisi daha fazla bürokrasi ağırlıklı bir meclis durumundaydı.
-Temsilciler Meclisi MBK karşısında Danışma meclisinin MGK karşısında olan durumuna göre daha yetkili idi.temsilciler tarafından kabul edilen metin eğer MBK tarafından kabul edilmezse ve temsilciler MBK’ nin yaptığı değişiklikleri onaylamazsa ortak bir kurul oluşturuluyordu.ve bu metin kurucu meclis birleşik toplantısında oylanırdı burada temsilcilerin sayısal bir çoğunluğu vardı bu da büyük bir avantajdı.Fakat Danışma meclisinin kabul ettiği herhangi bir metin üstünde MGK istediği değişikliği yapma yetkisine sahipti.adının da doğru olarak ifade ettiği gibi bu meclis danışma ve bir ön çalışma meclisi idi.
-61’de anayasanın halk tarafından onaylanmaması durumunda ne yapılacağı açıktı fakat 81-83 sisteminde bu açıklık yoktu.
-61 anayasasında siyasi partiler kamuoyu oluşturmada aktiftiler hatta anayasanın kabulüne karşı görüşlerini açıkça beyan edebiliyorlardı fakat 82 halk oylamasına ilişkin MGK’ nin 70-71 sayılı MGK kararında anayasa üzerinde tartışmalar sınırlandırılmıştı.Ayrıca feshedilmiş olduklarından siyasi partilerin kamuoyu oluşturma gibi bir olanağı da yoktu.
-61’in aksine anayasanın kabulü CB seçimiyle birleştirilmiştir.Buna göre halkoylaması tarihindeki MGK başkanı CB sıfatını alır ve anayasada belirtilen yetkilerini 7 yıl boyunca kullanır.

1982 Anayasasının Başlıca Özellikleri
-82 anayasası 61’e göre daha kazuistik bir yöntemle hazırlanmıştır:
Genel nitelikte değil daha ayrıntılı hazırlanmıştır.Bu açıdan her iki anayasada kazuist sistemle hazırlanmıştır.Bunun sebebi ise her iki anayasanın da tepki niteliği taşımasıdır dolayısıyla daha ayrıntılı düzenlemeler mevcuttur.Bunun diğer bir sebebi ise siyasi kültürle alakalıdır.Yaşanan siyasal sorunlara daha legalistik çözümler bulmak gerekçesi ile bu sistem kullanılmıştır.82 anayasası 61 ‘e göre daha kazuist bir karaktere sahiptir.Her iki anayasanın başlangıç kısımları mukayese edilirse 82’ninkinin daha uzun olduğu görülür.Ayrıca 1961 anayasasının 151 madde ve 11 geçici maddesi mevcuttu. Fakat 1982 anayasasının 177 maddesi ve 16 geçici maddesi vardır.Ayrıca 1961 anayasasının herhangi bir maddesine tekabül eden 1982 anayasası maddesi diğerine oranla daha uzun ve ayrıntılı tutulmuştur.
-Sadece genel ilkeleri ortaya koyup bunların uygulanmasını kanunlara bırakma amacını güden anayasa tipine “çerçeve anayasa “ denir.
Her iki anayasa da çerçeve anayasa tipini benimsemeyip birçok muhtemel durumları düzenleme isteyen kazuistik yönteme yer vermiştir.Bir anayasa kazuistik ve katı ise o anayasa toplumun gelişmelerinin arkasında kalabilir.Çerçeve anayasa ise devlet hayatına ilişkin içeriği olduğu için toplum gelişmesine uyan bir karakteri olur.Bu yüzden çerçeve anayasa kazuistik’e göre daha uzun ömürlü olur (Amerikan Anayasası)
-1982 Anayasası 1961 anayasasına göre daha “katı” bir niteliktedir.
82 anayasasından değiştirilmesi talep bile edilemeyecek hükümlerinin kapsamı artmıştır.Ayrıca anayasa değişikliği süresine 61’de mevcut olmayan C.B.’nin onay safhasını eklemiştir.C.B.’nin onaylamadığı anayasa değişikliğini halk oyuna sunabilecekti.Bunlara ek olarak geçici 9 maddenin C.B.’ye tanıdığı güçleştirici veto yetkisi de bu anayasanın 61’e göre daha katı olduğunun kanıtlarıdır.
1982 Anayasası bir geçiş süreci öngörmüştür.
Bütün anayasalarda olduğu gibi 82 anayasasında da geçici hükümler vardır.Normal yönetime geçiş için bir süreç öngörülmüştür.83 halkoylamasıyla direk sivil hayata geçilmemiştir.Bunun için tedricen (yavaş yavaş) bir geçiş uygun görülmüştür.Ve böylece bir müddet daha sivil hayat denetlenmiştir. 1980-1983 arasında doğrudan doğruya askeri yönetim 1983’ten sonra ise metinlerin öngördüğü süreyle bir geçiş süreci yaşanmıştır.M.G.K. başkanı Kenan Evren’in C.B. olmasıyla sivil hayat denetim altında tutulabilecekti.Seçimlerde anayasanın belirlemiş olduğu yöntemden bir kerelik sapmayla C.B.’nin doğrudan doğruya halk tarafından seçilmiştir.Ayrıca geçici 2. maddeye göre MGK Cumhurbaşkanlığı konseyine dönüşecek ve 6 yıl hüküm süreceklerdi bu konsey üyeleri de vekillere tanınan dokunulmazlık hakkına sahip olacaklardır.Böylece askeri otorite siyasi etkiye 6 yıl boyunca sahip olacaktı.Fakat yetkiler icrai değil istişari karakterde olacaktı.Bunlara ek olarak da geçici 4. maddeye göre 11 Eylül 1980 tarihinde herhangi bir siyasi parti lideri konumunda olan kişiler 5 veya 10 yıllık siyasi yasaklı konumuna gelmiştir.Bu yasaklar 1987 de yapılan halkoylamasıyla yürürlükten kalkmıştır.
-1982 anayasası Otorite –hürriyet dengesinde otoritenin ağırlığını arttırmıştır.
61’e tepki olarak otoriteyi arttırmak için kişi özgürlükleri alabildiğine artırılmıştır.1961 anayasası 11.maddesinde kişi hak ve hürriyetlerinin güvence altına alındığı görülür.1971’de bu madde değişmiş olsa bile yine de sınırlayıcı bir formül içermesi zordur.Fakat 1982 anayasası 13.maddesi son fıkrasında tüm hak ve hürriyetleri sınırlayıcı bir maddedir.
-1982 anayasası devlet yapısı içinde yürütme organını güçlendirmiştir.
Yürütmede C.B.’nin yetkileri oldukça güçlendirildi.Ayrıca başbakanın yetkileri de 61’e göre oldukça güçlendirildi.
-1982 anayasası karar alma mekanizmalarındaki tıkanıklıkları giderici hükümler getirmiştir.
Karar alma sürecinde ortaya çıkabilecek tıkanma ve kilitlenmeyi önleyebilecek ve karar alma sürecine sürat kazandıracak hükümler içerir.70’li yıllarda hükümet bunalımlarının sıkça olması ve parlamentonun bu hükümet bunalımlarıyla uğraşması yüzünden memleket sorunlarını çözemiyor.1961 anayasasının 108. maddesinde meclis seçimlerinin yenilenmesi için C.B.’ye yetki verir fakat bunun için 18 aylık bir süre öngörür.Bu yetki 82’de caydırıcı rol oynadı.116.maddeye göre 45 günlük bir hükümet bunalımının ardından C.B.’ye meclis seçimlerinin yenilenmesi hakkı doğar.
82-116.maddede olduğu gibi 82-02.maddesinde de C.B. seçimleri için bir yaptırım öngörülmüştür.61-95.maddeye göre C.B. seçimleri için ilk iki turda 3/2 çoğunluk gerekir eğer sağlanmazsa diğer turlarda salt çoğunluk yeterlidir.Fakat salt çoğunluk sağlanmayabilir.Bu yüzden bu hüküm 82 anayasasında değişiklik gösterdi ayrıca zaman sınırı da kondu(30 gün).82-102.maddeye göre ilk iki oylamada 3/2 çoğunluk 3.turda salt çoğunluk 4.turda ise 3.turda en çok oy alan iki aday arasında bu seçim olur.
1961 anayasasına göre C.B. adaylığı parlamenter sıfatı taşımayı gerektirir. Fakat dışarıdan aday alınabiliyordu bu da kontenjan senatoyla sağlanıyordu.82 anayasasında bu dolaylı yönteme yer verilmedi.
Meclis başkanlarının seçimlerini düzenleyen maddelerde C.B. seçimlerininki gibiydi. 82-94. madde ve 61-84.madde.
Bunlara ek olarak partilerin grup kurma sayılarını düzenleyen maddeler de değişti.(82-95.mad. 61-85.mad.)
Gene 61 anayasasına göre Anayasa mahkemesine millet meclisince 3 cumhuriyet senatosunca 2 üyenin seçilmesi gerektiği halde bu seçimlerde aranan üye tamsayısının salt çoğunluğu şartı her zaman bulunamaması nedeniyle seçimler mümkün olamamış ya da uzun sürmüştür.82 anayasası bu usulün kaldırılmasını sağlamıştır.
82 anayasası yasama sürecini uzatıcı ve kanunların yapılmasını güçleştirici nitelik taşıyan iki meclis sistemine son vererek cumhuriyet senatosunu kaldırmış böylece yasama süreci süratlenmiş ve basitleşmişti.
Parlamenter sisteme işlerlik kazandırma gereksiz tıkanma ve bunalımları önleme amacını güden bu tür kurum ve kurallara literatürde “rasyonelleştirilmiş parlamentarizm” denir.Bu anlamda 82 anayasası rasyonel parlamentarizm yönünde bir eğilim gösterdiği öne sürülebilir.
-1982 Anayasası 1961 Anayasasına Oranla Daha Az katılmacı bir demokrasi modelini benimsemiştir.

Çok partili hayata geçişten sonra klasik liberal demokrasi bağlamı içinde başlıca iki demokrasi anlayışı etkili olmuştur.Birinci anlayış daha az katılmacı ve çoğulculuk taraftarıdır.Buna göre halkın esas rolü belirli zamanlarla kendisini yönetecek olanları seçmekten ibarettir.Milli irade bu şekilde belirdikten sonra devlet seçilmiş organlar tarafından yönetilmeli ve halk ya da çeşitli grupların etkisinde kalmamalıdır.Diğer görüş ise halkın siyasete aktif şekilde katılmasına taraftardır.
1961 anayasası bu ikinci görüşe 1982 anayasası ise birinci görüşe uygun düşer.Yani 82 anayasası katılmacı demokrasi anlayışını benimsemiş ve belli ölçüde depolitizasyonu amaçlamıştır.Bu amaç anayasanın çeşitli hükümlerine yansımıştır.Bunlar:


a)Siyasi Partilerin teşkilatlanması üzerine yasaklar
b)Siyasi partilerin tüzel kişilerle olan ilişkileri üzerine yasaklar.
c)Siyasi amaçlı direnişler üzerine yasaklar.
d)Dernekler üzerine yasaklar.
e)Dernek gösteri yürüyüş ve toplantıları üzerine yasaklar
f)Kamu kurumları üzerine yasaklar
e)Son olarak da TBMM seçim dönemi 5 yıla çıkmış ve en fazla bir ara seçim yapılabileceği esası konmuştur.
Sivil toplum kuruluşlarının siyasi partilerle işbirliğinde bulunmalarını ve siyasi faaliyete girmelerini yasaklayan bu hükümlerin hemen tümü 1995’teki anayasa değişikliği ile kaldırılmıştır.
Hukuka Uygunluk Denetimi:Kendinden önceki normlara uygun olup olmadığının denetimi
Yerindelik Denetimi:Normu yürürlüğe koyan organın takdir yetkisinin denetlenmesi
Devletin Temel Nitelikleri
I)Cumhuriyetçilik: (1921 anayasasındaki 1923 değişiklikleri ile anayasaya girdi).
Devlet şekli olarak Cumhuriyet egemenliğin kişi ya da zümreye değil toplumun tümüne ait olan bir devleti ifade eder.Egemenliğe göre hareket edilir.Devlet organları seçimle belirlenir.
Hükümet şekli olarak başta devlet başkanı olmak üzere temel organların seçim ilkesi ile kurulmuş olduğu oluşumunda veraset ilkesinin olmadığı bir hükümet sistemidir.
Cumhuriyet ile monarşinin arasındaki temel fark cumhuriyetin “vatandaşlık” monarşinin ise “uyrukluk(tabiyet)” kavramlarına dayanmasıdır.Monarşide monarkın şahsı kutsal ve sorumsuzdur.Cumhuriyet ise toplumun ortak iradelerinin ürünüdür.Herkes eşittir.Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır.
II)Başlangıç İlkeleri,toplumun huzuru,milli dayanışma ve adalet:
Her iki anayasada da “Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç kısmı”nı anayasa metnine dahil saymıştır.Uygulanabilir hukuk normları çıkarmak kolay değildir fakat normların uygulanması açısından katkısı söz konusu olabilir.
Anayasa mahkemesi anayasaya uygunluk denetimi yaparken başlangıç ifadelerini destek ölçü norm olarak kullanır.Esas ölçü norm olarak da bu ilkelerin maddelerdeki somut haklini kullanması gerekir.AY.mahk. 1961 anayasası döneminde hiçbir başlangıç ilkesini destek ölçü norm olarak kullanmadığı halde 1982 anayasası döneminde birçok kararın gerekçesi başlangıca dayandırılır.Bunun yapılmasının bir yerindelik denetimi olarak algılayabiliriz.
III)Atatürk Milliyetçiliğine Bağlılık:

1982 anayasasının seleflerinde başka kavramlar vardır.1924 anayasasında 1937’de yapılan değişikliklerle yer verilen kavram milliyetçilik.1961 anayasasında ise milli devlet kavramı görülür.1982 anayasasında ise Atatürk milliyetçiliğine bağlılık kavramı vardır.Bunların sebebi bu hükmün yanlış yorumlanmasına mahal vermemektir.

Atatürk milliyetçiliği akılcı çağdaş,medeni ileriye dönük demokratik toplayıcı insani barışçıdır.Bu milliyetçilik milliyetçiliği reddeden akımlara karşı olduğu gibi ırkçılığa ve şovenizme de karşıdır.

1961 anayasasında milliyetçilik denmesinin sebebi demokrasi mekanizmaları kullanılarak totaliter rejim kurulmasını engellemek.
IV)Laiklik:
İki unsurla açıklanır:
-Din hürriyetiin hürriyeti vicdan ve ibadet hürriyetinden oluşur.Herkes dilediği dini seçmekte özgürdür.Ya da hiçbir dini seçmeyebilir.Bu hak mutlak bir hürriyettir.Bu hak kişiye negatif statü hakkı tanır.(Nüfus cüzdanlarında din belirtilmesi 24.maddeye açıkça aykırıdır.)İbadet hürriyeti ise kişinin inandığı dinin gerektirdiği ibadetleri,ayin ve törenleri serbestçe yapabilmesidir.
Laik bir devletin açıkça ya da zımnen bir dini olamaz.Laikliğin bir diğer unsuru ise çeşitli dinlerin mensupları arasında kanun önünde ayrılık yapmaması hepsine eşit işlem yapmasıdır.
Laik bir devlette din kurumları devlet fonksiyonlarına giremeyeceği gibi devlet kurumları da din fonksiyonlarını ifa edemez.
Diyanet İşlerinin Kurulma Sebepleri:
-Camilerin özerkliğe sahip olmaması
-İslam’ın ihtiyaçları yüzünden din adamlarının belli bir statüye sahip olmaları ve bu insanların devlete karşı ayaklanmamaları için.
Laiklik:
Din Hürriyeti: (1) Vicdan Hürriyeti: (mutlak) Herkesin dilediği dini
Veya hiçbir dini benimsememesi
(AY.mad.24 1/3)
(2) İbadet Hürriyeti: (sınırlı) Kişinin inandığı dinin
gerektirdiği ibadet ayin ve
törenleri serbestçe yapabilmesidir.
Din Ve Devlet İşlerinin Ayrılığı:
(1)Resmi bir devletin dinin olmaması
(2)Devletin bütün din mensuplarına eşit davranması.
(3)Din kurumları ile devlet kurumlarının ayrı olması.
(4)Devlet yönetiminin din kurallarından etkilenmemesi.
a)Devlet yönetiminin din kurallarına uygun olma
şartının aranmaması.
b)Devlet yönetiminde din kurallarından
esinlenilmemesi.
-Devlet Yönetiminde Din kurallarından Etkilenilmemesi:
1876 Kanun-i Esasi’ye göre padişahın görevlerinden biri ahkam-ı şeri’i’nin uygulanmasıdır.Meclis-i Ayanın görevlerinden biri meclis-i mebusan tarafından kabul edilen kanunların İslam’a uygun olarak denetlenmesidir. Laiklikte hukuk kuralları ve devlet işlemleri herhangi bir dinin kurallarına uygunluğu denetlenmez ve hukuk kurallarında din esaslarından esinlenilmez buna göre hareket edilmez.V) Demokratik Devlet:
1961 anayasasında “İnsan haklarına saygılı devlet” ibaresi yerine 1982 anayasasında “insan haklarına saygılı” ibaresi gelmiştir.Kimi yazarlara göre dayanan ibaresi daha kuvvetli saygılı ise her zaman kısıtlanabilir anlamı içeriyordu.Lafzen bakıldığında 1.’de vurgu var fakat öz itibariyle ve hukuki olarak ikisi de aynı ve insan haklarını temel alan özelliğe dayanır.
İnsan haklarına saygılı demokratik devlet ;liberal hürriyetçi batıcı demokrasi denen kavramlardır.

Unsurları:
-Başlıca karar organlarının genel oya dayanması
-Bu organları belirlemek üzere yapılan seçimlerde en az 2 alternatif olması.
-Anayasada temel hak ve hürriyetlere geniş olarak yer verilmesi ve devlet otoritesinin temel haklar karşısında sınırlandırılmış olması.


-Başlıca Karar Organlarının Genel Oya Dayanması:
Devlet otoritesinin kaynağının dünyevi esaslara dayanması yahut egemenlik yetkisinin millete ait olduğuna hükmeden anayasa hükmünün benimsenmesi.Bu kavram Fransız ihtilali ile doğar.Fakat uzun süre millet direkt olarak siyasete egemen olmadı ve seçim yapamadı.Başlıca organların seçimi bir zümre tarafından yapıldı.Bunun sebebi ise millet kavramı ile halk kavramının farklı olması.Millet geçmişi ve geleceği kucaklayan bir tüzel kişi.Milli menfaati en iyi şekilde değerlendirebilecek olan seçkin sınıftı.Dolayısıyla 18.yy. klasik anlayışına göre milletle halk örtüşmezdi.

Türk pozitif hukukunda ise egemenlik yetkisinin halkın olması hükmü ilk defa 1921 anayasasında yer aldı böylece gelenekselden moderne geçiş yaşanmıştır.Saltanat ise fiilen kalkmıştır.
1924 anayasasında 21’de olduğu gibi egemenliğin millete ait olduğu ve bu yetkiyi TBMM’nin kullanacağı belirtilmişti.61-4’e göre egemenlik yetkisi Türk Milleti adına (yasama yürütme yargı) bütün anayasal organlar eşit derecede yetkili kılınmıştır.Tüm bu organlar yetkilerini kullanırken anayasaya riayet etmelidir.24’e göre asıl üstün olan TBMM’dir (yasama)


Genel Oy İlkesi:Herkesin seçimlere katılabilmesi ilkesidir.Sınırlı oy tedricen ortadan kalkmıştır.1.ve 2.meşrutiyet zamanlarında oy hakkı sadece belli serveti olan Osmanlı erkeklerine tanındı.1934’den itibaren de kadınlara da seçme ve seçilme hakkı tanındı.1982 anayasasının ilk metninde oy verme hakkı 21 yaş idi.1987’deki anayasa değişiklikleri ile bu sınır 20 yaşa 1995’te ise 18 yaşa indirildi.Bir kişinin oy verebilmesi için seçmen kütüğüne kayıtlı olması gerekir.

Eşit Oy İlkesi:Herkesin tek oy hakkına sahip olmasıdır.Önceden aile reislerine servet düzeylerine göre birden fazla oy hakkı tanınmıştır.Fakat şu anda böyle bir uygulama kalmamıştır.

Seçimlerin Serbestliğieçmenlerin baskı ya da dayatma altında olmadan kendi hür iradeleri ile seçim yapmalarıdır.Yapılan değişikliklerle bu seçim ödev haline gelmiş ve kullanılmaması halinde yaptırımları kanunda düzenlenmiştir.

Oy Gizliliği ireylerin tek başlarına oy kullanabilecekleri bir ortam hazırlanması.

Açık sayım-döküm:Oy kullanımı tamamlanınca sandıkların kamuoyu huzurunda açılıp sayılmasıdır.Bu ilke seçim sonuçlarına hile ve yolsuzluluğun karışmasını önlemek içindir.

Seçimlerin tek dereceli olmasıeçmenlerin doğrudan doğruya kendi temsilcilerini seçmeleridir.1946’dan beri tek dereceli seçim sistemi uygulanmaktadır.

Seçimlerin yargı organlarının denetiminde yapılması: Anayasanın 79.maddesine göre seçimlerin yargı organlarının genel yönetimi ve denetimine bırakılmıştır.Böylece seçimlere hile ve yolsuzluk karışması engellenmiştir.1961 anayasasından önce milletvekillerinin seçim tutanaklarını kabul etme görevi TBMM’ye aitti.Dolayısıyla bu tutanakların kabul veya reddinde siyasal düşünce önemli rol oynuyordu.1961 ve 1982 anayasalarında ise seçimlerin yönetim ve denetimi tarafsız yargı organlarına bırakılmıştır böylece seçimlerin dürüstlüğü güvence altına alınmıştır.
Anayasa Hukuku Ders Notları 3
Çok Partili Siyasal Hayat:

Seçim serbestliğinin gerçek bir anlam taşıması seçmenlerin çeşitli alternatifler arasından serbest bir seçim yapabilmelerine bağlıdır.Çağdaş demokratik devlette bu alternatifler ,siyasal partiler tarafından oluşturulur.Modern demokrasi partiler demokrasisidir.Seçmen partiler tarafından kendisine sunulan alternatif siyasal programlar arasından bir seçme yapma imkanını bulur ve oy verdiği parti iktidara geldiği takdirde söz konusu programın uygulanacağına güvenebilir.Partisiz bir toplumda ise buna imkan yoktur.Böyle bir toplumda seçme hürriyetinin varolabileceği bir an için farz edilse bile seçmen seçtiği temsilcilerin çeşitli kamusal politika sorunları karşısında nasıl bir tutum takınacağını önceden bilemez.
Anayasa bu gerçeği madde 68/2’de belirtmiştir.82 anayasası ilk başta parti üyesi olabilme yaşını 21 de tutarken 95’te yapılan değişikliklerle bunu 18’e indirgemiştir.
Partilerin serbestçe faaliyette bulunmaları kural iken bu istisnasız olarak kabul edilmemiş ve çeşitli sınırlamalar getirilmiştir.
a)Siyasal Partilerin Amaçlarına İlişkin Yasaklar u yasaklar anayasanın değiştirilmiş 68.maddesinde belirtilmiştir.Aynı şekilde 61 anayasasının 57.maddesinde de yasaklar söz konusu idi.Görülüyor ki 61 ve 82 anayasaları siyasal parti faaliyetleri konusunda Alman Anayasasından mülhem olarak siyasal alanı anayasa ile sınırlandırmış, başka bir deyimle “militan anayasa” ya da “mücadeleci anayasa” anlayışını benimsemiştir.Bu anlayışın özü amacı hürriyetçi demokrasiyi ortadan kaldırmak olan akımlara meşru siyasi faaliyet alanını kapatmaktır.

1982 anayasasının değişik 68 maddesindeki yasaklar daha detaylı incelenirse siyasal parti faaliyetleri açısından şu sınırlamaları getirdiği anlaşılır:

aa)Devletin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüevletin ülkesi ile bölünmezliği devletin dış bağımsızlığının ve ülke bütünlüğünün korunması unsurlarını içerir.Mesela Türkiye Cumhuriyetinin dışa karşı bağımsızlığının ortadan kaldırılmasını veya ülkemizin bir bölümünün T.C.’den ayrılmasını savunan bir parti temelli kapatılır.Diğer bir deyimle bu hüküm her türlü ayrılıkçı akımın bir parti halinde örgütlenmesini yasaklamaktadır.
Devletin milleti ile bölünmezliği ilkesi de azınlık yaratılmasının önlenmesi bölgecilik ve ırkçılık yasağı ve eşitlik ilkesinin korunması hususlarını kapsamaktadır.
bb)Cumhuriyet İlkesi u ilke monarşik partileri yasaklamaktadır.
cc)Demokratik Devlet Düzeni:AY.madde 68’de yer alan insan hakları millet egemenliği ve demokratik devlet ilkeleri insan haklarına dayanan hürriyetçi çok partili demokrasiyi reddeden ve diktacı partileri yasaklamaktadır.
dd)Laiklikiyasi partiler devletin sosyal ekonomik siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma amacını güdemezler.Siyasal çıkar ya da nüfus sağlamak amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamazlar.
ee)Sınıf veya Zümre diktatörlüğünün yasaklanmasıiyasi partiler sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamazlar.Sınıf egemenliği ülke içindeki tek üstün gücün tek bir sınıfın elinde toplanmasını ve bütün diğer sınıfların egemenliğin kullanılmasından dışlanması demektir.
b) Siyasal Partilerin örgütlenme ve çalışmalarına ilişkin yasaklar:
aa)Hakimler ve savcılar Sayıştay dahil yüksek yargı organları mensupları kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri Silahlı Kuvvetler mensupları ile yüksek öğretim öncesi öğrencileri siyasi partilere üye olamazlar.
bb)Siyasi partilerin faaliyetleri parti içi düzenlemeleri ve çalışmaları demokrasi ilkelerine uygun olur.Bu ilkelerin uygulanması kanunla düzenlenir.
cc)Siyasi partiler ticari faaliyetlere girişemezler.
dd)Siyasi partilerin gelir ve giderleri amaçlarına uygun olması gerekir bu kuralın uygulanması kanunla düzenlenir.Denetim Anayasa Mahkemesi’nce yapılır.Bu görev yerine getirilirken Sayıştay’dan yardım sağlar.Denetim sonunda verilen karar kesindir.
ee)Temelli kapatılan parti bir başka ad altında kurulamaz.
ff)Bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dahil üyeleri AY.Mahk. temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının R.G.’de gerekçeli olarak yayınlanmasından başlayarak 5 yıl süre ile başka bir partinin kurucusu,üyesi,yöneticisi veya denetleyicisi olamazlar.
gg)Yabancı devletlerden uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyruğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alan siyasi partiler temelli kapatılır.
1995’te yapılan anayasa değişiklikleri ile siyasi partilerin örgütlenme ve çalışmalarına ilişkin yasaklar oldukça hafifletilmiştir.Kaldırılan yasaklar:
-Siyasi partilerin yurtdışında teşkilatlanıp faaliyette bulunmaları
-Kadın,gençlik kolu ve benzeri yan kuruluşlar meydana getirmeleri
-Vakıf kurmaları
-Kendi siyasetlerini yürütmek ve güçlendirmek için dernek,sendika vakıf kooperatif ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları ile siyasi işbirliği ve ilişki içinde bulunmaları ve bunlardan maddi yardım almaları dır.

hh) Kapatılmış siyasi partilerin isimleri amblemleri rumuzları rozetleri ve benzeri işaretleri ile daha önce kurulmuş Türk Devletlerine ait topluma mal olmuş bayrak amblem ve flamalar siyasi partilerce kullanılamaz.Ayrıca siyasi partiler daha önce kapatılan siyasi partilerin devamı olduklarını da beyan edemez ve böyle bir iddiada bulunamazlar.Komünist anarşist faşist teokratik nasyonal sosyalist din dil ırk mezhep ve bölge adlarıyla veya aynı anlama gelen adlarla siyasi parti kurulamaz veya parti adında bu kelimeler kullanılamaz.
ii)Siyasi partiler Anayasanın başlangıç kısmında yazılı sebeplerle Türk Silahlı Kuvvetlerinin milletin çağrısıyla gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 harekatına ve Milli Güvenlik konseyinin karar ve icraatına karşı bir tutum beyan ve davranışta bulunamazlar.


Bu yasak hükümlerinden bazıları siyasi partilerin serbestçe faaliyette bulunmalarına ciddi engeller çıkarabilecek niteliktedir.Yasaların çokluğu anayasa koyucuda siyasi partilere karşı açık bir güvensizliği yansıtmaktadır.Bu güvensizliği siyasi partileri demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru sayan Anayasa İlkesi ile bağdaşmamaktadır.
c)Siyasal Partilerin Kapatılması:
Anayasaya göre siyasi partilerin kapatılması Cumhuriyet Başsavcısının açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesince kesin olarak karara bağlanır.Bununla siyasi partilerin kapatılması herhangi bir mahkemeye değil Anayasanın üstünlüğünün koruyucusu ve teminatı olan bir yüksek yargı organına verilmiştir.Cumhuriyet Başsavcılığı siyasal parti kapatılması davasını ya re’sen veya Bakanlar Kurulu kararı üzerine Adalet Bakanının istemiyle yahut bir başka siyasal partinin istemi üzerine açar.Cumhuriyet Başsavcılığı yeterli delil bulunamadığı kanısına varırsa dava açmaz.Bunun üzerine Adalet Bakanının veya siyasal partinin yazılı itiraz hakkı vardır.İtiraz haklı görülmezse dava açılmaz;haklı görülürse Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasa Mahkemesine dava açmakla yükümlüdür.Anayasa 68.maddenin 4.fıkrasındaki yasakların,doğrudan doğruya parti tüzüğü veya programı gibi parti tüzel kişiliğini bağlayıcı bir belgeyle ihlal etmesiyle,diğer yollardan (Mesela bireysel üyelerin faaliyetleri yoluyla) ihlal edilmesi durumları arasında bir ayrım yapmıştır.İkinci durumda partinin kapatılabilmesine karar verilebilmesi için bu eylemlerin bireysel eylemlerden ibaret kalmaması ve partinin bu nitelikteki eylemlerin işlendiği bir “odak haline geldiğinin” tespit edilmesi gerekir.Bireysel parti üyelerinin parti yasaklarına aykırı fiil ve konuşmalarından dolayı parti kapatma yolunun harekete geçirebilmesi için ilkin kişilerin bu eylemlerden dolayı hüküm giymeleri,daha sonra Cumhuriyet Başsavcılığının ilgili kişilerin partiden kesin olarak çıkarılmalarını istemesi ve siyasal partinin en geç otuz gün içinde bu istemi yerine getirmemesi gerekiyordu.T.C.K.’nun 141,142.163.maddelerinin 91 yılında yürürlükten kaldırılması nedeniyle parti üyelerinin 103.maddenin 1.fıkrasındaki yasaklara aykırı eylemleri suç olmaktan çıkarılmıştır.Böylece söz konusu partinin eylemlerin işlendiği bir mihrak haline gelmesinin saptanmasında önemli rol oynayan 103.mad 2.fıkrası geçerliliğini kaybetmiştir.
Siyasi partiler kanununda yapılan deşiklikle 103.madde Anaysa Mahkemesinin kararı ışığında yeniden düzenlenmiştir.Buna göre bir siyasi partinin anayasanın 68./4 fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerin odak halini oluşturup oluşturmadığı Anayasa Mahkemesince belirlenir.
d) Siyasal Partilere Devlet Yardımı:
Siyasal partiler sivil toplumla devlet arasında köprü oluşturan bu nitelikleri itibariyle de bazı açılardan özel hukuk tüzel kişilerine bazı açılardan da kamu hukuku tüzel kişilerine benzeyen kendilerine özgür kuruluşlardır.Siyasal partilere devlet yardımı 1961 anayasasının ilk metninde yer almamakla birlikte 1971’de yapılan anayasa değişiklikleri ile Anayasanın 56.maddesinin son fıkrasına eklenmiştir.1982 anayasası siyasal partilere devlet yardımından bahsetmemiştir.1984’de bu hüküm getirildi daha sonra 1987 ve 1988 yıllarında değişiklikler yapıldı.Bu son iki değişiklik partiler arasında eşitsizlik yarattığı gerekçesi ile iptal davası konusu olmuş ancak Anayasa Mahkemesi bu istemi yerinde bulmamıştır.İptal istemine konu olan kanuni düzenlemelerin devlet yardımını tüm partilere eşit olarak dağıtmayıp ,sadece bir kısım partileri (milletvekili seçimlerinde %19 barajını aşmış partilerle bu barajı aşmamış olmakla birlikte milletvekili genel seçimlerinde toplam geçerli oyların %7’sinden fazlasını almış bulunan partiler) yararlandırmasını Anayasadaki eşitlik ilkesine aykırı olduğu iddiasını da Anayasa mahkemesi yerinde bulmamıştır.
Anayasada 1995’de gerçekleştirilen değişiklikle siyasi partilere devlet yardımı konusunda şu hüküm kabul edilmiştir.”Siyasal partilere devlet yeteri düzeyde ve hakça yardım yaparartilere yapılacak yardımın alacakları üye aidatının ve bağışların tabi olduğu esaslar kanunla düzenlenir.”
VI)İnsan Haklarına Saygılı Devlet
1-!982 Anayasasının temel haklar konusundaki yaklaşımı:
1961 anayasasının “insan haklarına dayalı” deyiminin yerine 1982 anayasası “insan haklarına saygılı” deyimini kullanmıştır.Bu iki deyim arasında bir anlatım farkı ötesinde temel bir anlam ve yaklaşım farkı olduğunu savunmak güçtür.
1982 anayasasının 12.maddesi 1961 anayasasının 10.maddesindeki formülü benimseyerek “herkes kişiliğine bağlı dokunulmaz devredilemez temel hak ve hürriyetler sahiptir demektedir.Ancak aynı maddenin 2.fıkrası temel hak ve hürriyetlerin kişinin topluma ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva ettiğini belirtmektedir.Öte yandan 1982 anayasası 1961 anayasasına paralel olarak hem devlete karşı ileri sürülebilecek ve korunacak temel hak ve hürriyetler anlayışına hem modern sosyal devletin “hürleştirme “ anlayışına yer vermiştir.1982 anayasasının 5.maddesi 61 anayasasının 10.maddesinin 2.fıkrasındaki hükme tekabül etmektedir.1982 anayasasının 1961 anayasasına oranla bireyin temel hak ve hürriyetlerine devlet otoritesi karşısında daha güçsüz bir konum verdiği kuşkusuz olmakla birlikte ilk bakışta paradoksal olarak 1982 anayasasının temel hak ve hürriyetlerle ilgili maddelerinin yazımında Türkiye’nin taraf olduğu milletler arası insan hakları sözleşmeleri ve özellikle Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi ile uyum ve paralellik sağlanmasına daha büyük çaba gösterilmiş olduğu göze çarpmaktadır
2-Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması:
1982 Anayasasının temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması konusunda kabul ettiği temel kural (mad.13) bazı noktalardan 1961 anayasasının benimsediği sisteme (mad.11) benzemekte bazı noktalardan ise ondan ayrılmaktadır.Benzer unsurlar sınırlamanın “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olması” ve “kanunla” yapılmasıdır.1961 anayasası genel olarak her temel hak ve hürriyetin hangi sebeplerle sınırlanabileceğini o hürriyetle ilgili maddede belirtilmiş fakat bunun yanında 11.maddenin 2.fıkrasında “kanun; kamu yararı, genel ahlak, kamu düzeni ,sosyal adalet ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz”hükmüne yer vermiştir.Konunun pratik önemi daha çok düşünce hürriyeti gibi Anayasanın ilgili maddelerinde hiçbir özel sınırlama sebebinden söz edilmemiş bulunan hürriyetlerden kaynaklanmıştır.Gerçekten 11.maddenin 2.fıkrası genel bir sınırlama hükmü ise anılan hürriyetler bu fıkradaki sebeplerle sınırlanabilecek aksi halde hiçbir şekilde sınırlanamayacaktır.
1982 anayasasının 13.maddesindeki düzenleme bu tartışmaya kesin olarak son verme amacını güder görünmektedir.Görülüyor ki maddenin son fıkrası genel sınırlama sebeplerinin temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerli olduğunu ifade eder.Danışma meclisinin Anayasa tasarısında temel hak ve hürriyetler kısmına ilişkin genel gerekçesine göre “temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına ilişkin sebeplerin bir grubu genel nitelikte yani tüm hak ve hürriyetler için geçerli diğer bir grubu ise özel nitelikte yani o hak ve hürriyete ait hükümde yer almaktadır.Eğer böyle bir hüküm yoksa sınırlama genel sebeplere göre yapılır.
Böylece 1982 anayasası 1961 anayasasının hürriyetlerin sınırlandırılması konusunda kabul ettiği “kademeli sistem” den uzaklaşmıştır.Bunun sonucu olarak her temel hak ve hürriyet kendisine özgü niteliğine ve özelliklerine bakılmaksızın 13.maddede gösterilen sebeplerden biri veya birkaçı ile sınırlandırılabilecektir.Bir temel hak ve hürriyetin doğrudan doğruya anayasa tarafından öngörülen sınırları ayrı bir konudur.Bunlar hakkın tanımında yer alır ve onun anayasal sınırlarını oluşturur.Diğer bir deyimle anayasa hakkı sadece o sınırlar içinde tanımıştır.Mesela toplantı ve gösteri yürüyüş hakkı sadece onun “silahsız ve saldırısız” olması halinde mevcuttur.
1961 ve 1982 anayasalarının hürriyetlerin sınırlanması konusunda en önemli farkı aslında kanunla sınırlama sebeplerinin arttırılmış veya görülebileceği gibi hakkın özü kriterinin yerine “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kriterine geçilmiş olmasından çok doğrudan doğruya Anayasadan kaynaklanan bu tür sınırlamaların 1961 anayasası ile kıyaslanamayacak kadar çok olmasıdır.Nihayet belirtmek gerekir ki her hak ve hürriyetin Anayasada belirtilmemiş olsa dahi o hürriyetin niteliğinden doğan başka bir deyimle “eşyanın tabiatında mevcut” olan “objektif sınırları vardır.

3-Sınırlamanın Sınırları:
Anayasamız temel hak ve hürriyetlerin ancak Anayasada belirtilen şartlarla sınırlanabileceğini öngörmüş böylece sınırlamanın da bazı sınırlarını kabul etmiştir.
a)Sınırlama ancak “kanunla” yapılabilir.Bu idarenin düzenleyici işlemleri ile hürriyetlerin hiçbir şekilde sınırlandırılamayacağı anlamına da gelmez.
b)Sınırlama anayasasının “sözüne ve ruhuna uygun olarak yapılır.Bu şart özellikle Anayasanın temel hak ve hürriyetler için “ek güvenceler” belirtmiş olması durumunda önem kazanmaktadır.Gerçekten anayasa birçok hallerde sadece bir hak ve hürriyeti tanımakla yetinmemiş;aynı zamanda kanun koyucunun ,o hak veya hürriyeti düzenlerken yapamayacağı hususları da belirtmiştir.Bunlar kanun koyucuya yönelik yasaklama hükümleridir.Anayasadaki ek güvencelere aykırı bir kanuni düzenleme elbette mümkün değildir.Ayrıca sınırlamanın anayasanın sadece sözüne değil ruhuna yani anayasanın bütününe ve ondan çıkan temel anlama da aykırı olmaması gerekir.
c)Kanuni sınırlama ancak Anayasanın 13.maddesinde gösterilmiş bulunan genel sınırlama sebeplerine ve ilgili maddede o hürriyet için öngörülmüş olan özel sınırlama sebeplerine dayandırılabilir.Anayasanın herhangi bir sınırlama sebebinden söz etmeksizin sadece “kanunla sınırlanabilir” veya “kanunla düzenlenebilir” deyimlerini kullandığı durumlarda,kanun koyucu sınırlamayı ancak genel sebeplere dayandırarak yapabilir.Sınırlamanın sebebe bağlı olması ,bu gene veya özel sınırlamaların öngörüldükleri amaç dışında kullanılmamalarını da gerektirir.Mesela kamu düzenini korumak amacıyla getirilmiş olan bir sınırlama genel sağlığın korunması amacıyla kullanılamaz.
d)Ölçülülük İlkesi u ilke sınırlamada başvurulan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye elverişli olmasını bu aracın sınırlama amacı açısından gerekli olmasını ve araçla amacın ölçüsüz bir oran içinde bulunmamasını ifade eder.Ne 1961 anayasasının 11.maddesinde ne de 1982 anayasasının 13.maddesinde bu ilkeye rastlanmaktadır.Bununla birlikte 1982 anayasasının temel hak ve hürriyetlerinin kullanılmasının durdurulmasını düzenleyen 15.maddesinde böyle bir kriter bu yoruma varılabilir.Olağanüstü durumlarda bile temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının tamamen veya kısmen durdurulmasına ancak “durumun gerektirdiği ölçüde” izin verildiğine göre bunun normal zamanlarda evleviyetle geçerli olması gerekir.AY.Mahkemesi de 1961 anayasası döneminde aldığı bazı kararlarda adını tam olarak koymasa da ölçülülük kriterine dayanmıştır.1982 Anayasası döneminde AY.mahkemesi ölçülülük kriterini daha sık kullanmıştır.
e)Hakkın özü ve demokratik toplum düzeninin gerekleri:Temel hak ve hürriyetlerin özünün ne olduğunu diğer bir deyimle onun içeriği bütün hürriyetler için genel olarak tanımlamak mümkün değildir.Ancak genel düzeyde şunu söylemek mümkündür ki bir hak veya hürriyetin özü,onun vazgeçilmez unsuru,dokunulduğu takdirde söz konusu hürriyeti anlamsız kılacak asli çekirdeğidir.1982 anayasası hakkın özü kavramına yer vermeyerek onun yerine “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kriterini kabul etmişti.Getirilen bu kıstas 1961 anayasasının kabul ettiği öze dokunmama kıstasından daha belirgin,uygulanması daha kolay olan bir kıstastır.Esasen uluslararası sözleşmeler ve bildiriler de bu kıstası kabul etmiştir.

4-Temel Hak ve Hürriyetlerin Kötüye Kullanılmaması:
Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması ile ilgili bir hüküm 1961 anayasasının ilk metninde mevcut değildi.Bu anayasada 1971 yılında yapılan değişikliklerle 11.maddeye 3.ve 4.fıkralar eklenmiştir.1982 anayasası ise temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmamasını ayrı bir hükümle düzenlemiştir.Aslında 1971 anayasa değişikliği ve 1982 anayasası ile bu konuda açık bir hüküm getirilmesi;temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmadıkları takdirde mutlak ve sınırsız olacakları gibi bir yanılgıdan kaynaklanmaktadır. Oysa belirtildiği gibi hak ve hürriyetlerin kendi niteliklerinden tabiatlarından doğan “objektif sınırları vardır.Mesela anayasa toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin silahsız ve saldırısız olmasını belirtmiş olmasa dahi hiç kimse bu hakkın silahlı ve saldırılı yürüyüşleri yapmayı kapsadığını ileri süremezdi.


Anayasa Hukuku Ders Notları 4
5-Temel Hak ve Hürriyetlerin Kullanılmasının Durdurulması:
1961 anayasasının temel hak ve ödevlere ilişkin ikinci kısmında temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması ile ilgili bir hüküm yoktu.Buna karşılık 124.maddede sıkıyönetim ve savaş hallerinde hükümlerin nasıl uygulanacağı belirtilmişti.Bu dönemde AY mahkemesi sıkıyönetim halini Anayasanın 11.maddesinde ve temel haklara ilişkin özel maddelerinde gösterilen hürriyeti sınırlama sebeplerinin dışında ve ötesinde onlardan bağımsız bir sınırlama sebebi olarak görmüştür.1982 anayasası temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulmasının konusunu Temel haklar ve ödevler başlıklı ikinci kısmında 15.maddede düzenlemiştir.Ancak bu düzenlemenin 1961 anayasasının değişik 124.maddesinin yorumundan çıkan duruma oranla hürriyetlerin korunması açısından 3 üstünlüğü vardır.Biri ölçülülük ilkesinin açıkça benimsenmiş olmasıdır.Buna göre savaş seferberlik sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ancak “durumun gerektirdiği ölçüde” durdurulabilir.İkincisi bu tedbirlerin “milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi şartıdır.Bu yükümlülüklerden kasıt Türkiye’nin taraf olduğu çeşitli insan hakları sözleşmeleridir.Üçüncüsü 15.maddenin 2.fıkrası savaş seferberlik ve sıkıyönetim durumları ile olağanüstü hallerde dahi hiçbir şekilde durdurulamayacak ve ihlal edilemeyecek bazı temel hak ve hürriyetlerden oluşan bir çekirdek alan yaratmaktadır. Bu 3 güvence AY.mahkemesine 15 maddede anılan olağanüstü durumlarda da hayli etkin bir anayasaya uygunluk denetimi yapma imkanını tanımaktadır.Ne yazık ki olağanüstü hallerde sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan KHK’lerin Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesine dava açılamaması (mad.148) bu güvencelerin pratik değerini azaltmaktadır.
VII)Hukuk Devleti:
1-Kavram:Anayasamızın 2.maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan Hukuk Devleti ilkesi en kısa tanımıyla vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları Devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu bir sistemi anlatır.Hukuk dilinde “hukuk devleti” deyimi devletin hukuk kurallarıyla bağlı sayılmadığı “polis devleti” kavramının karşıtı olarak kullanılmaktadır.Bu ilke her şeyden önce devletin işlemlerinin hukuk kurallarına bağlılığını ifade eder.Hukuk kurallarına bağlılığı sağlayacak mekanizma ise devletin eylem ve işlemlerinin yargı denetimi altında bulunmasıdır.Hukuk devleti denince ilk olarak yürütmenin hukuka bağlılığı ve yürütme işlemlerinin yargı denetimi altında bulunması akla gelmektedir.
2-Yürütme İşlemlerinin Yargısal Denetimi:Yürütme organının yargısal denetimi konusunda iki sistem vardır.Bunlardan birincisi söz konusu denetimi yerel yargı organlarına bırakan ve özellikle Anglo-Sakson ülkelerinde uygulanan “adli idare” veya “yargı birliği” sistemidir.Bu sistemde bir tek yargı organı vardır ve devletle fert arasındaki uyuşmazlıklar tıpkı fertler arasındaki uyuşmazlıklar gibi bu yargı organınca yani genel mahkemelerce çözülür.İkinci sistem ise yürütmenin eylem ve işlemlerinde doğan uyuşmazlıkların çözümünü genel mahkemelere değil özel birtakım yargı kuruluşlarına yani idare mahkemelerine bırakır. “İdari yargı” adı verilen bu sistem Fransa’da doğmuş ve oradan diğer Kara Avrupası ülkelerine yayılmıştır.Türkiye’de de 100 yılı aşkın bir süredir kullanılan sistem budur.Anayasa mad.155’e göre Türkiye’de idari yargı sisteminin en üst mercii Danıştay’dır. 155.maddeden ‘de anlaşılabileceği gibi Danıştay’ın idari yargı görevinin yanında merkezi idarenin danışma organı olma fonksiyonu da vardır.Danıştay idari davaların bir kısmında ilk ve son inceleme mercii;bir kısmında ise son inceleme (temyiz ) merciidir.Hukuk devleti ilkesi gerek adli idare gerek idari yargı sistemleriyle bağdaşabilir.Hukuk devleti bakımından önemli olan nokta yürütmenin eylem ve işlemlerinin bağımsız yargı organlarınca denetlenip denetlenememesidir.Bu denetim sağlandıktan sonra denetimi yapan mahkemenin genel mahkeme ya da idari mahkemesi oluşu hukuk devleti açısından önem taşımaz..Buna karşılık yine denetim sistemi ne olursa olsun eğer yürütmenin bir kısım eylem ve işlemleri çeşitli yollarla yargı denetimi dışında bırakılabiliyorsa hukuk devleti ilkesinin zedelenmiş olduğu kanısına varılabilir.24 Anayasası döneminde Danıştay bir kısım yürütme işlemlerini siyasal nitelikli görerek bunlardan doğan uyuşmazlıklara bakmayı reddediyordu.Hükümet tasarrufu adı verilen ve idari yargı organının bir oto-limitasyonuna dayanan bu işlem kategorisinin yanı sıra özellikle 1950-60 yılları arasında çıkarılan bazı kanunlar bir kısım idari işlemler hakkında yargı yoluna başvurulmasını yasaklamış,yani yargı denetimi imkanını kanunla ortadan kaldırmıştır.61 Anayasasının 114.maddesi idarenin hiçbir eylem ve işlemi hiçbir halde yargı mercilerinin denetimi dışında bırakılamaz hükmünü getirmek suretiyle hukuk devletini sarsan bu tip uygulamalara son vermiş oldu.Bu hüküm bir yandan yasama diğer yandan da yürütme organlarına direktif verir nitelikte idi.Yasama organına hitap eden yönüyle idari yargı yolunu kapatacak kanunların çıkarılmasını yasaklıyor;idari yargıya h,tap eden yönü ile de bu mahkemelerin bir kısım idari işlemlerden doğan uyuşmazlıkları kendi görev alanları dışında görerek bunlara bakmaktan kaçınmasını yasaklıyordu.Bu bağlamda 1961 Anayasasının 114.maddesi hukuk devleti bakımından çok önemli bir aşama sağlamıştır.

Bu hüküm 1982 anayasasının 125mad.1.fıkrasında aynen korunmuştur.Ne var ki 1982 anayasasının kendisi (mad.125/2) bu kurala iki istisna getirmiştir.Buna göre cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askeri Şura ‘nın kararları yargı denetimi dışındadır.Cumhurbaşkanı’nın devlet başkanı sıfatıyla yapacağı işlemler idari işlem olmayacağı için bunların yargı denetimi dışında bırakılmasının hukuk devleti ilkesi açısından bir çelişkisi söz konusu değildir buna karşılık hukuki nitelikleri itibariyle tam anlamıyla idari işlemler olan yüksek askeri şura kararlarının yargı denetimi dışında bırakılmasını hukuk devleti açısından haklı bulmak mümkün değildir.1982 Anayasasının 125.maddesi 1961 Anayasasının değişik 114.maddesine benzer olarak idari yargı denetiminin niteliği ve sınırları ile ilgili bazı hükümler getirmektedir.Maddenin 4.fıkrasına göre “yargı yetkisi idari eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.Yürütme görevinin kanunda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak,idari eylem işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.1982 Anayasası 125.maddesi (f5/6) 1961 Anayasasında yer almamış olan “yürütmenin durdurulması” konusunu düzenlemektedir.Beşinci fıkraya göre “İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.Buna karşılık 6.fıkradan olağanüstü hallerde sıkıyönetim seferberlik ve savaş halinde ayrıca milli güvenlik kamu düzeni ve genel sağlık nedenleri ile kanunun yürütmenin durdurulması kararının verilmesini sınırlayabileceği anlaşılmaktadır.Şu halde fıkrada sözü edilen durumlarda idari işlemlerin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararlar doğacak olsa ve idari işlem açıkça hukuka aykırı bulunsa bile,idari yargının yürütmeyi durdurma kararı verme yetkisi kanunla sınırlanabilecektir ki bunu hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırmak güçtür
3-Yasama İşlemlerinin Yargısal Denetimi:Yürütme işlemlerinin yargısal denetimi hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olmakla birlikte tek başına hukukun üstünlüğünü ve vatandaşların güvenliğini sağlamaya yeterli değildir.Çünkü bu denetim nihayet yürütme işlemlerinin kanunlara olan uygunluğunu denetleyecektir.Oysa kanunların kendisi anayasaya aykırı olması durumunda vatandaşların anayasal haklarının çiğnenmesini engelleyemeyecektir.Hukuk devletinin tam olarak gerçekleşmiş sayılabilmesi için sadece yürütme işlemlerinin kanunlara uygunluğu değil yasama işlemlerinin de Anayasaya uygunluğu yargı organlarınca denetlenmelidir.

4-Yargı Bağımsızlığı:Hukuk devletinin en önemli unsurlarından biri de “yargı bağımsızlığıdır”.Gerçekten de yasama ve yürütme organlarını denetleyecek olan organlar yasama ve yürütme karşısında tam bağımsızlığa sahip değillerse yargı denetiminde beklenen yararlar büyük ölçüde ortadan kalkmış olur.Yargı bağımsızlığının tam olarak güvence altına alınmamış olduğu sistemlerde gerçek anlamda tam olarak bir hukuk devletinden söz etmeye imkan yoktur.
5-Kanuni Hakim Güvencesi:1961 Anayasasının ilk metninde bu güvence madde 32’de “Tabii Yargı Yolu” başlığı altında düzenlenmişti.Sözü geçen madde 1971 değişiklikleriyle değiştirilmiş ve halen yürürlükte olan 1982 anayasasındaki ifadede de kullanılan ifade kabul edilmiştir.Buna göre hiç kimse tabi olduğu mahkemeden başka bir mercii önüne çıkarılamaz.Tabii yargı ilkesi uyuşmazlığı yargılayacak olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olmasıdır.1971 tarihli Sıkıyönetim kanununda bu ilkeye uygunluğu şüpheli görülebilecek birtakım hükümlerin varlığı maddenin 1971 anayasa değişikliği sırasında değiştirilmesine yol açmıştır.Bu kanuna göre sıkıyönetim ilan edilen yerlere bu sıkıyönetime neden olan olaylara ilişkin suçları sıkıyönetim ilanından en çok 3 ay öncesine kadar yargılayabilmekteydi.Görülüyor ki bu durumlarda bir ceza davası suçun işlendiği anlarda mevcut olmayan ve kurulup kurulmayacağı bilinmeyen bir mahkeme tarafından görülmektedir.61’deki tabii kelimesi yerine kanuni lafının getirilmesinin sebebi kanunun lafzen yorumlandığında hukuk devleti ilkesiyle çelişmiyor olmasıdır.Fakat öz itibariyle yine de tabii yargı ilkesi hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olduğu için bu çelişkili bir mevzuudur.Bunun çözümü de 143.maddenin son fıkrasında öngörülmüştür.Buna göre sıkıyönetim ilan edilen yerlerdeki DGM’ler Sıkıyönetim Mahkemelerine dönüştürülebilir.Böylece yargılama yapılacak mahkemelerin sonradan kurulmamış olması sağlanarak bu ilkeye uyum sağlanmıştır.
6-Ceza Sorumluluğu İlkeleri:Anayasamızın 38.maddesi hukuk devletinin suç ve cezalara ilişkin bazı unsurlarını saymaktadır.
7-Hukukun Genel İlkelerine Bağlılık:61 ve 82 anayasaları “hukukun genel ilkeleri”’nden doğrudan doğruya söz etmemiş olmakla birlikte 61-132 ve 82-138 maddeleri bu ilkelerin hakim tarafından bir hukuk kaynağı olarak kullanılabileceğini ima etmişlerdir.Hukukun genel ilkelerinin tam ve herkesçe kabul edilebilecek bir tanımını yapmak kolay olmamakla birlikte bu konuda pozitif bir temel olarak Milletlerarası Adalet Divanı Statüsünün 38.maddesinden yararlanılabilir.Bu madde uygar milletlerce tanınmış genel hukuk ilkelerini milletler arası hukukun kaynakları arasında saymıştır.AY mahkememizde muhtemelen bu tanımdan esinlenerek hukukun genel ilkelerini “hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkeler” olarak tanımlamıştır.Rousseau hukukun genel ilkelerini bir bölümü sadece milletler arası hukuka özgü olmak bir bölümü de milletlerarası hukuk ve milli hukuk düzenlerinde ortak olmak üzere iki kategoriye ayırmıştır.Rousseau’ya göre iki hukuk düzeninde ortak olan ilkeler şunlardır:Ahde vefa ,hakkın kötüye kullanılmaması, kazanılmış haklara saygı,sebepsiz zenginleşme,gecikme faizi,verilen zararın tazmini,kesin hükme saygı.Bunlara kimsenin sahip olduğu haklardan fazlasını devredememesi kimsenin kendi davasında hakim olamaması mücbir sebep ve diğer bazı ilkeler de eklenebilir.AY mahkemesinin 82 anayasası döneminde verdiği kararlarda dayandığı bazı genel hukuk ilkeleri de şunlardır:İyi niyet ahde vefa kazanılmış haklara saygı kanunların geriye yürümezliği kesin hükme saygı devlete (ve kanunlarına) güven özel kural genel kural çatışmasında özel kuralın uygulanması.
VIII-Sosyal Devlet:

1-Sosyal Devletin Anlamı:

20.yy.’da Batı demokrasilerinde ortaya çıkmış olan sosyal devlet veya refah devleti kavramı devletin sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata aktif müdahalesini meşru ve gerekli gören bir kavramı ifade eder.Sosyal devlet bu anlamda geçen yüzyılın “jandarma devlet” anlayışından ayrılır.Liberal felsefeden esinlenen jandarma devlet anlayışı devletin görevlerini dışa karşı savunmayı ve yurt içinde düzen ve güvenliği sağlamaktan ibaret görmekte özellikle devletin ekonomik hayata müdahalesini sadece gereksiz değil aynı zamanda ekonominin doğal kanunlarının işleyişini bozacağını savunduğu için zararlı görmekteydi.Sosyal devlet devletin sosyal ve ekonomik hayata müdahalesi yoluyla sınıf çatışmalarını yumuşatan ve milli bütünleşmeyi sağlamaya çalışan bir devlet anlayışıdır.1982 anayasasının 35.maddesi mülkiyet ve miras haklarını 48.maddesi de çalışma sözleşme ve özel teşebbüs kurma hürriyetlerini tanımaktadır.Bu maddede görünmektedir ki özel teşebbüslerin serbestçe kurulabilmesine hatta devletin bunların güvenlik ve istikrar içinde çalışmasını sağlayacak tedbirler almakla yükümlü olmasına karşılık,devlet özel teşebbüslerin “milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini” sağlamakla da yükümlüdür.Diğer bir deyimle özel teşebbüs hürriyetine bu amaçlarla bazı sınırlamalar getirilebilir.Sosyal devlette mülkiyet haklarla birlikte ödev ve yükümlülükleri de içeren bir statüdür.Nitekim mülkiyet ve miras haklarını tanıyan 35.maddenin 2. ve 3. fıkraları 61 anayasasının 36.maddesine paralel olarak bu hakların kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceğini ve mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını belirtmiştir.
Sosyal devletin hürriyet anlayışı da klasik liberal devletin hürriyetleri sadece birer negatif statü hakkı yani kişiye devlet karşısında özerk bir alan tanıyan ve devlete o alana girmeme yükümlülüğünü yükleyen anlayışından farklıdır.Sosyal devlet devlete karşı korunan hürriyetlerin yanında hürleştirme kavramına da yer verir.1982 anayasası 61 anayasasına paralel olarak devlete “kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde sınırlayan siyasal ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” ödevini vermiştir.Sosyal devlet bunu gerçekleştirmeye çalışırken elbette mutlak bir sosyal ve ekonomik eşitlik anlayışıyla değil “nisbi” bir fırsat eşitliği anlayışıyla hareket eder.Fırsat eşitliği kavramının Anayasamızdaki somut bir yansıması 42.maddeye göre Devletin,maddi imkanlardan yoksun başarılı öğrencilerin öğrenim hayatlarını sürdürmeleri için onlara burs veya çeşitli imkanlar sağlaması ödevidir.
-Devletin Ekonomik Hayata Müdahalesinin Ölçüsü:

1961 anayasasında devletin ekonomik ve sosyal hayata müdahalesinin ilkelerini belirleyen genel bir hüküm yer almıştı.41.madde iktisadi ve sosyal hayatın “adalete tam çalışma esasına ve herkes için insan hayatına yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlanması” amacına göre düzenleneceğini belirtmekte ve yatırımları “toplum hayatının gerektirdiği önceliklere” yöneltmeyi devletin ödevi olarak görmekteydi.82 anayasası devletin ekonomik hayata müdahalesiyle ilgili böyle genel bir hükme yer vermemiş olmasıyla birlikte devlet müdahalesine ilişkin hükümler anayasanın çeşitli maddelerine serpiştirilmiş bulunmaktaydı.Bu serpiştirilmiş müdahale hükümlerine rağmen Anayasamızdaki sosyal devlet anlayışının siyasal iktidarlara belli bir ekonomik politika modelini empoze etmediği açıktır.Anayasa açısından söylenebilecek olan şey bu anayasa ile ne saf liberal ne saf devletçi ekonomi modelinin uygulanmasının mümkün olduğudur.Bu çok geniş çerçeve içerisinde siyasal iktidarların ekonomik politikayı kendi siyasal tercih ve önceliklerine göre yönlendirebilecekleri doğal olduğu gibi demokratik rejimin gereklerine de uygundur.Eğer 82 anayasasında bir dereceye kadar bir ekonomik politika tercihi varsa bunun sosyal piyasa ekonomisi olarak adlandırılması doğru olur.Bilindiği gibi bu kavram piyasa ekonomisinin işleyişinden doğabilecek bazı aksaklıkların tekelleşmeleri önlemek serbest rekabet ilkesine işlerlik kazandırmak piyasada egemen olan gücün kötüye kullanılmamasını sağlamak ve tüketiciyi korumak amaçlarıyla devlet tarafından yapılacak müdahale ve düzenlemelerle giderilmesini öngörmektedir.
3-Sosyal Devletin Hukuki Yöntemleri:

a-Herkese İnsan Haysiyetine yakışır bir hayat sağlamaya yönelik tedbirlerosyal devletin temel amaçlarından birinin herkese insan haysiyetine yaraşır asgari bir hayat düzeyi sağlamak olduğuna şüphe yoktur.Bunun yolları arasında herkese çalışma imkanının sağlanması çalışan herkese insanca yaşayabilmesini mümkün kılacak adaletli bir ücret ödenmesi ve çalışamayacak durumda olanların da çeşitli sosyal güvenlik tedbirleri ile korunması yer almaktadır.Bunlar anayasanın 49-55-60-61. maddelerinde düzenlenmiştir.Şüphesiz insan haysiyetine yakışır bir asgari hayat düzeyinin sağlanması sadece bu tedbirlerle gerçekleşemez.İnsan haysiyetine yakışır bir hayat insan haysiyetine yakışır bir konutta sağlık içinde yaşama ihtiyacının ve asgari kültürel ihtiyaçların tatminini de içine alır.Bunlar da anayasanın 56-57-42.maddelerinde düzenlenmiştir.
b-Vergi adaleti:Çağdaş sosyal devlette gelir ve servet eşitsizliklerini azaltmada en önemli rolü vergi politikası oynamaktadır.Bu politika anayasamızın 73.maddesinde açıklanmıştır.Vergi hukukunda “artan oranda (müterakki) vergi” denilen ve Türk gelir vergisi sisteminde de kabul edilmiş olan vergilendirme sistemi yüksek gelir tabakalarından yüksek oranda ,düşük gelir tabakalarından ise düşük oranda vergi alınması suretiyle gelir eşitsizliklerinin azaltılması amacını taşır.
c-Kamulaştırma ve Devletleştirme:Kamı hizmetlerini yürütebilmek için gerekli olan özel mülkiyet altındaki bir taşınmazın sahibinin isteğine bakılmaksızın kamu mülkiyetine geçirilmesi işlemine kamulaştırma denir.Konu anayasamızın 46. maddesinde düzenlenmiştir.Anayasada özel bir rejime tabi tutulan sosyal amaçlı kamulaştırmalar,sosyal devletin bir yöntemi olarak kabul edilir.Kamulaştırmanın usulü 63/3 maddede düzenlenmiştir.Kamulaştırmanın genelde sosyal devlet ilkesi ile ilgili olmamasına karşın anayasanın 17.maddesinde düzenlenen devletleştirme tipik bir sosyal devlet aracıdır.Bu hükme göre kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüsler kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde devletleştirilebilir.Devletleştirme gerçek karşılığı üzerinden yapılır.Gerçek karşılığının hesaplanması ve usulü kanunla düzenlenir.Görülmektedir ki; kamulaştırma işleminin konusu özel mülkiyetteki taşınmaz mallar olduğu halde devletleştirme işleminin konusu özel teşebbüslerdir.Devletleştirme bakımında 61 ve 82 anayasaları bakımından önemli bir fark61 anayasasının devletleştirilen özel teşebbüsün gerçek karşılığının taksitlendirilebilmesidir.82 anayasası ise taksitlendirmeyi kaldırarak devletleştirmeyi zorlaştırmıştır.82 anayasası döneminde devletleştirme 1984 tarihli 3082 sayılı kanunla düzenlenmiştir.Bu kanuna göre özel teşebbüslerin devletleştirilmesi için şu şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
-Devletleştirilecek özel teşebbüsün yaptığı hizmet veya üretimin ülke çapında kamu ihtiyacına hitap etmesi
-Bu hizmet veya üretimin kontrol rekabet ikame veya başka yollardan sağlanması imkanının bulunmaması
-Hizmet veya üretimin yavaşlatılması veya durdurulması halinde kamunun büyük zarar görmesi
Devletleştirme klasik sosyal devletin araçlarından biri olarak kabul edilmekle birlikte özellikle 80’lerden itibaren dünyanın büyük bölümüne egemen olan serbest piyasa ekonomisinin etkisiyle eski önemini kaybetmiştir.Onun yerine tam tersine KİT‘lerin özel teşebbüse devredilmesi yani özelleştirme Türkiye dahil pek çok ülkede önem kazanmıştır.


Anayasa Hukuku Ders Notları 5
d-Planlamaosyal devletin temel ilkelerinden biri de planlamadır.Planlama toplumun ekonomik kaynaklarının ekonomik kalkınmayı sağlamak amacıyla bilimsel ve akılcı biçimde kullanılmasını sağlar.Gerçekten sosyal devlet anlayışı devletin sosyal ve ekonomik hayata müdahalesini öngördüğüne göre bu müdahalenin sistemli,tutarlı ,akılcı ve bilimsel bir biçimde yapılması gerekir.Bunu sağlayacak araç da planlamadır.Bu konu anayasanın 166.maddesinde düzenlenmiştir.Bu hüküm 61 anayasasının planlanmaya ilişkin olan41 ve 129.maddelerinden bazı yönlerden ayrıldığı görülmektedir.61 anayasasında planlamayı yapacak olan devlet organı Devlet Planlama Teşkilatı olarak belirtildiği halde 82 anayasası bu organı ismen zikretmemiştir.Daha önemlisi 82 anayasasına göre planlamanın amaçları 61 anayasasındakinde hayli farklıdır.61 anayasası planlamanın araçları arasında ekonomik kalkınma hedefi kadar sosyal devlet anlayışının gereği olan sosyal önceliklere de ağırlık vermiştir.Buna karşılık 82 anayasasının daha çok milli tasarrufu ve üretimi arttırmak,fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde denge sağlamak,yatırım ve istihdamı geliştirmek gibi salt ekonomik amaçları vurguladığı görülmektedir.Diğer bir deyimle 1982 anayasasının planlama anlayışı liberal bir ekonomik politika ile daha kolay bağdaşabilecek niteliktedir.
e-Sosyal Haklarosyal haklar sosyal devletin en önemli unsurlarından birini oluşturur.Sosyal hakları amaçlarına göre ayırt etmek mümkündür.Sosyal haklar ister olumlu ister olumsuz edim gerektirsinler,ister toplu ister bireysel olarak kullanılabilsinler,sosyal adaleti sağlamaya,sosyal eşitsizlikleri azaltmaya,toplum içinde ekonomik bakımdan zayıf olan sınıf ve grupları korumaya yönelik haklardır.82 anayasasının “Sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” başlığını taşıyan 2.kısım 3.bölümünde de bu anlamdaki sosyal haklarla,çalışma ve sözleşme hürriyeti,işverenlerin sendika kurma hakkı,lokavt hakkı gibi ekonomik bakımdan zayıf olanların korunması amacını gütmeyen “ekonomik haklar” bir arada yer almıştır.Dar anlamdaki sosyal hakların içine de bir bölümü devletin olumsuz edimini gerektiren (sendika,grev) bir bölümü ise olumlu edime ihtiyaç gösteren (eğitim,sağlık) haklar girer.Bazı temel haklar ise bazı yönleri ile sosyal hak bazı yönleri ile de klasik hak olması mümkündür.(Eğitim öğretim hakkı mad.42)
IX-Eşitlik:
Eşitlik ilkesi 1982 anayasasının 10.maddesinde düzenlenmiştir.Eşitlik ilkesinin bu ilkeden yararlananlar açısından bir temel hak yani eşit işlem görmeyi yada ayrım gözetilmemesini isteme hakkını doğurduğu kuşkusuzdur.Ancak eşitlik aynı zamanda muhatapları yani devlet organları ve idare makamları açısından da anayasal bir buyruk devlet yönetimine egemen bir ilkedir.61 anayasasının eşitlik ilkesine “temel haklar ve ödevler” kısmında (mad.12) yer verilmiş olmasına karşılık 82 anayasası bu ilkeyi “genel esaslar” kısmında düzenlemiş olması da eşitliğin temel bir devlet yönetimi ilkesi olarak düşünülmesi gerektiği görüşüne güç katar.Genel anlamda eşitlik ilkesi ise şekli hukuki eşitlik ve maddi hukuki eşitlik olarak ikiye ayrılır.Şekli hukuki eşitlikten kastedilen kanunların genel ve soyut nitelik taşıması yani kapsadığı herkese eşit olarak uygulanmasıdır.Maddi hukuki eşitlik şekli eşitliğin ötesinde aynı durumda bulunanlar için haklarda ve ödevlerde yararlarda ve yükümlülüklerde yetkilerde ve sorumluluklarda fırsatlarda ve hizmetlerde eşit davranma zorunluluğunu içerir.Türk AY mahkemesi kanunlardaki sınıflandırmanın eşitlik ilkesine aykırı olup olmadığını denetlerken “haklı neden” kriterine dayanmaktadır.Mesela kanun önünde eşitlik ilkesi “tüm yurttaşların her yönden mutlaka,her zaman aynı tutulmaları zorunluluğunu içermez.Birtakım yurttaşların başka kurallara bağlı tutulmaları haklı bir nedene dayanmakta ise böyle bir durumda kanun önünde eşitlik ilkesine uyulmadığından söz edilemez.
Kurucu İktidar: Anayasayı Değiştirme Sorunu
I-Asli kurucu iktidar ve tali kurucu iktidar:
Bir devletin anayasasını yapma veya değiştirme,başka bir deyimle o devletin temel siyasi yapısını belirleme iktidarına “kurucu iktidar” veya “kuruculuk fonksiyonu “ adı verilir.Kurulmuş iktidar kurucu iktidarın anayasada belirlemiş olduğu sınırlar içerisinde devletin çeşitli hukuki yetkilerini kullanma iktidarıdır.Kurucu iktidar da iki değişik durumda ortaya çıkabilir ve buna uygun olarak iki tür kurucu iktidardan söz edilebilir;Asli kurucu iktidar ve tali(türevsel )kurucu iktidar.Asli kurucu iktidar bir ülkenin siyasal rejiminde ihtilal,hükümet darbesi,ülkenin parçalanması ve bunun gibi durumlardaki kesintiler nedeniyle bir hukuk boşluğunun doğması durumlarında ortaya çıkar.Bu durumlarda fiili iktidarı elinde bulunduran sosyal güçler yeni rejimin anayasasını belirlerken kendilerini bağlayan hiçbir pozitif hukuk normu mevcut değildir.Bu anlamda asli kurucu iktidar sınırsız ve hukuk dışı bir olaydır.Bu iktidarın sınırsızlığı da şüphesiz sosyolojik anlamda değil sadece hukuki anlamdadır.Tali kurucu iktidar ise bundan çok farklı olarak bir ülkenin anayasasının ,o anayasada belirlenmiş usüllere uyulmak suretiyle değiştirilmesidir.Bu anlamda tali kurucu iktidar hukuken sınırlı bir iktidardır.
Hemen bütün yazılı anayasalar değiştirilmelerine ilişkin usülleri kendileri belirlemişlerdir.Gene hemen her yazılı anayasa hükümlerinin değiştirilmesini adi kanunların kabul veya değiştirilmelerindeki usüllerden daha farklı ve daha güçleştirici bir takım kurallara bağlı tutmuşlardır(sert anayasa sistemi).
II-Türk Anayasalarında Anayasayı Değiştirme Sorunu:
Türk Anayasaları 1876 Kanun-i Esasi’den beri sert anayasa sistemini benimsemişlerdir.Kanun-i Esasiye göre (mad.116) teklif yetkisi Bak.Kur. ya da Ayan ya da Mebuslar meclisinden birine verilmişti.Teklif tamsayının 2/3 çoğunluğuyla kabul edildikten sonra padişah onayıyla kesinleşiyordu.1921 Anayasası ise anayasa değişiklikleri ile ilgili bir hüküm taşımamaktaydı.Bunun sebebi ise 1.TBMM’nin olağanüstü yetkileri haiz bir kurucu meclis olma sıfatı idi.1921 Anayasası Osmanlı-Türk anayasa tarihindeki tek yumuşak anayasadır.1924 Anayasası anayasa değişikliği için 1/3 teklif kabul için ise 2/3 çoğunluğu öngörmüştür.Bu anayasa herhangi bir onay safhasına yer vermemiş hatta CB’ ye değişikliği meclise geri gönderme yetkisi de vermemiştir.Ayrıca 1924 Anayasası devletin şeklinin cumhuriyet olduğunu belirten 1.maddesinin değiştirilmesinin hiçbir surette teklif dahi edilemeyeceğini öngörmüştür.1961 Anayasasında da üye tamsayısının 1/3 çoğunluğu ile teklif daha sonra her iki meclisin 2/3 çoğunluğu ile kabulünü öngörmüştür.Ayrıca değişiklik görüşmelerinin ivedilikle olamayacağını da belirtmiştir.1924 anayasasına paralel olarak devlet şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hükmünün değiştirilmesinin dahi teklif edilemeyeceğini kabul etmiştir.
1982 Anayasasının 1987 tarihli değişikliğinden önceki haliyle kabul ettiği çözüm tarzı ise 24 ve 61 deki karar yeter sayılarını aynen muhafaza etmekle birlikte bu anayasalarda mevcut olmayan bir onay safhasına yer vermişti.Bu safhada onay yetkisi CB ile halk arasında paylaşılmaktaydı.Söyle ki CB yeniden görüşülmek üzere meclise gönderdiği değişiklik tasarısını meclis aynen kabul edip tekrar CB’ ye yollarsa CB’ nin söz konusu tasarıyı halk oyuna sunma yetkisi mevcuttur.
1982 Anayasasının 1987 de uğradığı değişiklikten sonra anayasayı değiştirme usülü oldukça karmaşık hale gelmiştir.
a)Teklif:Anayasanın ilk şeklinde olduğu gibi anayasanın değiştirilmesi TBMM’nin üye tamsayısının en az üçte birinin yazılı teklifiyle olur.
b)Görüşme:Anayasa değişikliklerine ilişkin tekliflerin görüşülmesi bu maddedeki kayıtlar dışında kanunların görüşülmesi hakkındaki hükümlerine tabidir.Anayasa değişikliğine ilişkin tekliflerin genel kurulda iki defa görüşüleceği belirtilmiştir.İki defa görüşme şartı anayasa değişikliklerine ilişkin tekliflerin görüşülmesi usulünü diğer kanunların görüşülmesi usulünden ayıran tek farktır.2.görüşmeye 1.görüşmenin bitiminden 48 saat geçmeden başlanamaz.İkinci görüşmede yalnız maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergeleri tartışılır.Birinci görüşmede üzerinde herhangi bir değişiklik önergesi verilmemiş maddeler hakkında ikinci görüşmede değişiklik önergesi verilemez.Şu halde birinci görüşmede önce anayasa değişikliğinin tümünün ele alınması gerekir.Bu görüşme onucunda maddelere geçilip geçilmeyeceği kararlaştırılır.Geçilmesi kabul olunmazsa Anayasa değişikliği teklifi reddedilmiş olacağından diğer işlemlere gerek kalmaz.Kabul edilmesi halinde de teker teker tüm maddeler görüşülüp oylanır.İkinci görüşmede tekrar tüm maddeler için oylama açılmaz sadece bunlar üzerinde değişiklik önergesi verilmiş olanlar oylanır.Hiç önerge verilmemiş ise ikinci oylama yapılır.Tüm bu sürecin sonunda tekrar tüm maddeler için genel bir oylama yapılarak Anayasa değişikliği süreci tamamlanmış olur.
c)Karar:1982 anayasası değiştirilmesinden önceki haliyle aynen 24 ve 61 anayasalarında olduğu gibi üye tamsayısının 2/3’ünü karar yeter sayısı olarak kabul etmişti.Anayasada yapılan değişiklik sonucu ise ortaya üye tamsayısının beşte üçü ve üçte ikisi olmak üzere iki değişik karar yeter sayısı çıkarmıştır.Bu sayılardan birinin ya da diğerinin sağlanmasına göre onay safhasında uygulanacak işlemler farklıdır.Bu değişikliğin anayasa değişikliklerinin kabulüne ilişkin getirdiği diğer bir yenilik ise oylamanın gizli olması zorunluluğudur.
d)Onayeğişik 175.madde ilk metinde olduğu gibi onay safhasını CB ile halk arasında paylaştırmıştır.Ancak karar çoğunluğunun 3/5 veya 2/3 oluşuna göre yapılacak işlemler farklıdır.Anayasa değişikliği beşte üç veya daha fazla fakat üçte iki çoğunluktan az bir oyla kabul olmuş ise CB kanunu tekrar görüşülmek üzere meclise iadesi veya söz konusu kanunu halk oylamasına sunması gibi iki seçenek ortaya çıkar.Meclise iade halinde değişiklik sürecinin devam edebilmesi için Meclisin bu kanunu en az 2/3 çoğunluk ile aynen kabul etmesi gerekir.Bu durumda CB kanunu ya halk oyuna sunabilir ya da onaylayarak kesinleştirebilir.CB söz konusu kanunu 3/5 ile 2/3 arasında oyla kabul edilmiş kanunu iade etmezse halk oyuna sunması zorunludur.Anayasa değişikliğine ilişkin kanun mecliste 2/3 veya daha çok bir oy oranı ile kabul edilmesi durumunda ise 3 ihtimal ortaya çıkmaktadır.CB söz konusu kanunu tekrar görüşmek üzere meclise iade etmek,doğrudan doğruya halk oyuna sunmak veya onaylayarak kesinleştirmek seçeneklerine sahiptir.Son durumda anayasa değişikliğine ilişkin kanun Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girer.Meclise iade halinde kanunun tekrar üye tamsayısının 2/3 çoğunluğu ile aynen kabul etmesi gerekir.Bu takdirde de CB’nin değişikliği ya halk oyuna sunmak ya da onaylamak gibi iki seçeneği vardır.!982 anayasasının gerek ilk şekliyle gerekse yapılan değişikliklerle 24 ve 61 anayasalarındaki saf temsili demokrasi anlayışından yarı doğrudan doğruya demokrasiye doğru hali önemli bir adım atmıştır.
CB’nin onay safhasına ilişkin yetkileri Anayasa değişikliği hakkındaki kanunu halk oyuna sunmak ya da meclise tekrar görüşülmek üzere iade etmesinden ibarettir.Anayasa değişikliklerinin geri gönderilmesi bu konuda özel bir hüküm bulunmadığına göre CB kanunları bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye geri gönderme yetkisini düzenleyen 89.maddedeki usule tabidir.Yani geri göndermenin 15 gün içinde ve gerekçeli olarak yapılması gerekir.Meclis geri gönderilen Anayasa değişikliğini aynen kabul etmeyip bir değişiklik yaptığı takdirde CB söz konusu kanunu tekrar meclise gönderebilir.Ancak CB’nin geri göndermedeki düzeltme isteminin sunulmuş metinle hiç ilgisi olmayan yeni bir değişiklik teklifi niteliğinde olmamalıdır.Aksi halde kendisine anayasa değişikliği teklifinde bulunma yetkisi tanınmamış olan CB bu yetkiyi kullanmış olur.
1982 anayasasında yapılan değişikliklerden sonra CB’nin geri gönderme yetkisinin kimi durumlarda sadece bir geciktirici veto kimi durumlarda ise güçleştirici veto niteliği taşıdığı söylenebilir.Eğer değişiklik teklifi 3/5 ile 2/3 arasındaki bir oranla kabul edilmiş ise CB’nin iade yetkisi güçleştirici veto özelliği gösterir.Çünkü bu takdirde meclis söz konusu kanunu 2/3 oyla kabul etmesi gerekir.Buna karşılık kanun 2/3 ya da daha fazla bir oy oranıyla kabul edilmiş olursa geri gönderme yetkisi daha çok bir geciktirici veto özelliğine bürünür.Çünkü kabul için 2/3’den daha fazla bir çoğunluk gerekmemektedir.Fakat geçici 9 madde ile TBMM başkanlık divanı kurulduktan sonraki 6 yıllık süre zarfında yapılan anayasa değişiklikleri için meclise iade söz konusu olduğu takdirde tekrar kabul meclisin ¾ çoğunluğuna tabidir.Bu hükümle CB’nin altı yıllık bir süre için yetkileri genişletilmiş ve geciktirici veto güçleştirici veto şekline dönüştürülmüştür.
1982 anayasasının sertlik eğilimi Anayasanın değiştirilmesi mümkün olmayan düzenlemelerinde de kendisini gösterir.24 ve 61 anayasalarında sadece devlet şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki anayasa hükmünün değiştirilemez olmasına karşılık 82 anayasasında değişmezlik vasfı tanınmış hükümlerin kapsamı hayli artmıştır.
III-Anayasa Değişikliklerinin Denetimi:
Anayasa değişikliklerinin anayasa uygunluğunun denetimi şekil ve esas olmak üzere iki düzeyde olabilir.Anayasa değişikliklerinin şekil olarak anayasaya uygunluğunun denetimi bu değişikliklerin anayasada öngörülen usül ve şekil kurallarına uygun olarak yapılıp yapılmadığının incelenmesini içerir.Anayasayı yapan asli kurucu iktidar anayasanın değiştirme usulünün belirtmekle tali kurucu iktidarın anayasayı değiştirme yetkisini şekil yönünden sınırlamış olmaktadır.Diğer bir deyimle tali kurucu iktidar ancak bu usül ve şekil kurallarına uyarak tali kuruculuk yetkisini kullanabilir.Anayasa değişikliklerinin esas yönünden denetlenebilmesini savunan bazı yazarlar bunu ancak anayasanın üstünde bir takım hukuk normlarının (süpra-pozitif temel normlar) varlığını kabul etmek yahut da pozitif anayasa normları arasında bir derecelenme bir hiyerarşi bulunabileceğini varsaymak suretiyle haklı göstermeye çalışmışlardır.
Anayasa değişikliklerinin şekil yönünden denetimi konusunda Anayasa özel bir yöntem öngörmediğine göre kanunların şekil yönünden denetlenmesine ilişkin anayasa hükümlerinin anayasa değişikliğine de aynen uygulanması gerekir.Zaten Anayasa değişikliklerinin de kanunla gerçekleştirildiğine göre Anayasanın ayrıca anayasa değişikliklerinden söz etmemiş olması doğaldır.Dolayısıyla anayasa değişikliklerinin denetlenmesi CB veya TBMM üyelerinin 1/5 inin istemiyle olabilir.Anayasa değişikliklerininyayınlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra iptal istemiyle dava açılamaz.Şekil bozukluğu defi yoluyla da ileri sürülemez.Şekil bozukluğuna dayanan iptal davaları Anayasa Mahkemesi tarafından öncelikle incelenir ve karara bağlanır.
Bir anayasa değişikliğinin anayasanın 175.maddesi gereği CB tarafından halk oyuna sunulup kesinleşmesi halinde bu metnin üzerinde bir denetimin söz konusu olup olamayacağı düşünülebilir.Bir görüşe göre anayasa halk oyuyla gerçekleşen ve halk oyuyla gerçekleşemeyen anayasa değişiklikleri arasında bir ayırım yapmaksızın değişiklikleri denetleme görevini Anayasa Mahkemesine vermiştir.Halk oylamasının usulüne göre yapılıp yapılmadığı konusunda denetim yetkisi ise Yüksek Seçim Kurulundadır.Kitaba göre bu konuda anayasada açıklık olmamasına rağmen en üstün kurucu iktidar olan halk iradesinin belirlemesinden sonra artık anayasa mahkemesinde bir şekil denetiminin mümkün olmaması gerekir
Kuvvetler Ayrılığı
I-Kuvvetler Ayrılığı ve Fonksiyonlar Ayrılığı:
Siyasal düşünce tarihinde genellikle Montesquieu’nün adıyla özdeşleştirilen kuvvetler ayrılığı teorisi 1789 Amerikan,1791 Fransız Anayasalarından başlayarak pek çok pozitif hukuk belgesinde şu veya bu biçimde anlatımını bulmuş olmakla birlikte ,bu teorinin hukuki olmaktan çok ,siyasal nitelik taşıdığını belirtmek gerekir.Ünlü düşünüre göre iki hele üç kuvvetin aynı elde toplanması istibdada yol açar.
Gerçekte egemenlik veya devlet kudreti tektir.Bu kudret devletin organları vasıtasıyla toplum adına iradesini belirtmekte kendi iradesini toplum bireyleri üzerinde hakim kılma iktidarıdır.Devlet kudretinin kullanılmasında başvurulan işlemlerin şekli ve içeriği birbirinden ne kadar farklı olsa da bütün bu işlemler sonuçta devlet idaresinin tezahürlerinden başka bir şey değildir.Devlet kudreti ise tek ve bölünmezdir.Ancak bu kudretin birden çok olan fonksiyonlarını ve gene birden çok olan organlarını ayırdetmek gerekir.İktidarın fonksiyonları bu iktidarın değişik tezahür şekilleri değişik kullanım biçimleridir.Mesela kanun yapmak devlet kudretinin kullanım biçimlerinden biri,iktidarın fonksiyonlarından biridir.İktidarın organları ise iktidarın çeşitli fonksiyonlarını yerine getirmekle görevli kişiler veya kuruluşlardır.Mesela yasama organı devlet kudretinin yasama fonksiyonunu yerine getiren organdır.İşte günümüzde kuvvetler veya iktidarların ayrılığı deyimi kullanılırken kastedilen ve pozitif hukuk verilerine göre kastedilmesi gereken gerçekte fonksiyonlar ayrılığıdır.Diğer bir deyimle devlet iktidarının çeşitli fonksiyonlarının aralarında bir işbirliği mevcut bulunan değişik organlarca yerine getirilmesidir.Kuşkusuz devlet fonksiyonları bu fonksiyonların maddi muhtevalarına veya konularına göre de tasnif edilebilir.Bu fonksiyonların nitelikleri ve kapsamları zamana topluma ve siyasal sistem tipine göre büyük farklar gösterebilir.Ancak kamu hukukunu birinci derecede ilgilendiren fonksiyonlar devletin maddi anlamdaki fonksiyonları değil hukuki anlamdaki fonksiyonlarıdır.Devlet belli bir amaca ulaşabilmek için birtakım hukuki işlemler yapar;bu işlemler de hukuk dünyasında bazı değişiklikler yaparlar.
Devletin hukuki fonksiyonlarının yasama yürütme ve yargı olarak üçe ayrıldığı gerek kamu hukuku doktrininde gerekse pozitif anayasa hukukunda hemen hemen tartışmasız olarak kabul edilir.Ancak bu üçlü ayrımın hangi kritere dayandığı dolayısıyla yasama yürütme ve yargı kavramlarının nasıl tanımlanması gerektiği son derece tartışmalıdır.Bu konuda ortaya atılan görüşler iki ana grupta toplanabilir.Maddi kritere dayanan görüşler ve organik kritere dayanan görüşler.
II-Devletin Hukuki Fonksiyonlarının Maddi Bakımdan Tasnifi:
Maddi kriter devletin hukuki fonksiyonlarının tasnifini,bu fonksiyonlarının ifasında başvurulan işlemlerin hukuki mahiyetine dayandırılmaktadır.Buna göre hukuki işlemler,maddi mahiyetlerine göre kural işlem ,sübjektif işlem ve yargı işlemi olmak üzere 3’e ayrılır ve bu 3 işlemden her birinin yapılması devletin üç hukuki fonksiyonundan birini meydana getirir.Maddi kritercilere göre yasama fonksiyonu kural koymak yani genel,sürekli objektif ve kişisel olmayan işlemler yapmaktır.Maddi kriterciler yasama fonksiyonunun başlıca ifade aracı olan kanunların bu niteliklere sahip olmasını zorunlu görürler.Bun karşılık yürütme veya idare fonksiyonuyla devlet bir sübjektif hukuki durum doğuracak veya bir objektif hukuki durumun şartını meydana getirecek bir irade açıklamasında bulunur. Dolayısıyla idari işlem daima soyut bir hükümdür.Yasma işlemi bir hukuk kuralının ifadesidir.İdari işlem ise bir hukuki durumun yaratılması veya onun şartıdır.Mesela bir atama işleminin atanan memura belirli yetkiler verdiği söylenemez.Bu yetkiler ona kanunla verilmiştir.Atama işlemi sadece söz konusu kamu hizmetine ilişkin kanunun atanana kişiye uygulanabilmesinin şartıdır.Dolayısıyla idari işlemin bu türüne şart-işlemler denir.Görülüyor ki maddi kriter taraftarlarına göre yasama ve yürütme işlemleri arasında maddi mahiyetleri açısından açık ve kesin bir fark vardır.Yasama işlemleri daima genel ve soyut idare işlemleri daime bireysel ve somuttur.Yargı işlemlerine gelince bu işlemlerin de bir hukuki uyuşmazlığı çözen işlemler olmak itibariyle yasama ve yürütme işlemlerinden ayrı kendilerine özgü bir bünyeye sahip oldukları ileri sürülmektedir.



Anayasa Hukuku Ders Notları 6
II-Devletin Hukuki Fonksiyonlarının Maddi Bakımdan Tasnifi:

Maddi kriter devletin hukuki fonksiyonlarının tasnifini,bu fonksiyonlarının ifasında başvurulan işlemlerin hukuki mahiyetine dayandırılmaktadır.Buna göre hukuki işlemler,maddi mahiyetlerine göre kural işlem ,sübjektif işlem ve yargı işlemi olmak üzere 3’e ayrılır ve bu 3 işlemden her birinin yapılması devletin üç hukuki fonksiyonundan birini meydana getirir.Maddi kritercilere göre yasama fonksiyonu kural koymak yani genel,sürekli objektif ve kişisel olmayan işlemler yapmaktır.Maddi kriterciler yasama fonksiyonunun başlıca ifade aracı olan kanunların bu niteliklere sahip olmasını zorunlu görürler.Bun karşılık yürütme veya idare fonksiyonuyla devlet bir sübjektif hukuki durum doğuracak veya bir objektif hukuki durumun şartını meydana getirecek bir irade açıklamasında bulunur. Dolayısıyla idari işlem daima soyut bir hükümdür.Yasma işlemi bir hukuk kuralının ifadesidir.İdari işlem ise bir hukuki durumun yaratılması veya onun şartıdır.Mesela bir atama işleminin atanan memura belirli yetkiler verdiği söylenemez.Bu yetkiler ona kanunla verilmiştir.Atama işlemi sadece söz konusu kamu hizmetine ilişkin kanunun atanana kişiye uygulanabilmesinin şartıdır.Dolayısıyla idari işlemin bu türüne şart-işlemler denir.Görülüyor ki maddi kriter taraftarlarına göre yasama ve yürütme işlemleri arasında maddi mahiyetleri açısından açık ve kesin bir fark vardır.Yasama işlemleri daima genel ve soyut idare işlemleri daime bireysel ve somuttur.Yargı işlemlerine gelince bu işlemlerin de bir hukuki uyuşmazlığı çözen işlemler olmak itibariyle yasama ve yürütme işlemlerinden ayrı kendilerine özgü bir bünyeye sahip oldukları ileri sürülmektedir.
III-Devlet Fonksiyonlarının Şekli ve Organik Bakımdan Tasnifi:
Bu görüş devletin fonksiyonlarını ve bu fonksiyonların ifa aracı olan hukuki işlemleri,bu işlemleri yapan ve yapılış şekline göre tasnif etmektedir. Carré de Malberg hukuki işlemlerin tasnifinin pozitif anayasa hukuku verilerine dayanması gerektiği noktasından hareket etmektedir.Şu halde devletin hukuki işlemlerinin nitelikleri ve hukuki kuvvetleri,ancak bunları yapan organa ve bunların yapılış şekillerine göre belirlenebilir.İşlemin maddi niteliğinin özellikle genel veya bireysel oluşunun bunda hiçbir rolü yoktur.Yasama organında kanun adı altında ve kanun niteliğinde çıkan her işlem ,içeriği ve maddi niteliği her ne olursa olsun her zaman için kanundur ve kanun gücünü taşır.Buna karşılık idari veya yargısal organların yaptığı bir işlem içeriği ve niteliği itibariyle kanunlarla aynı olsa dahi hiçbir zamana kanun değildir ve kanun niteliği taşımaz.Kısacası “şekli anlamda fonksiyonlardan,Devletin 3 çeşit organında ve bu organların her birine özgü bir biçimde yerine getirilen çeşitli faaliyetleri anlamak gerekir;burada fonksiyonu belirleyen onu icra eden ajan ve icra ediliş biçimidir.Carré de Malberg’e göre nasıl kanun konusu veya maddi mahiyeti itibariyle tanımlanamazsa idari işlemin de maddi yönden tanımlanmasına imkan yoktur.Anayasa kanun için mahfuz bir alan ayırmadığı gibi idare içinde böyle bir alan ayrılmamıştır.Anayasa sadece iki organ ve bunların yerine getirdikleri fonksiyonlar arasında bir eşitsizlik yaratmıştır.İdare fonksiyonunun ayırıcı özelliği kanunla idari işlem arasındaki bağımlılık ve tabiilik ilişkisidir;dolayısıyla idare fonksiyonu ancak kanunların uygulanmasından ibaret olabilir.İdare fonksiyonunun bu niteliğinden iki önemli sonuç doğar.Birincisi idari makamlar,herhangi bir kanuna dayanmaksızın salt kendi inisiyatifleriyle ister genel ister bireysel nitelikte olsun ister vatandaş haklarını ister sadece idarenin kendi iç işleyişini ilgilendirsin hiçbir işlem yapamazlar.İdarenin alanı sadece kanunların uygulanmasıdır.İkincisi her ne kadar idarenin bir anlamda kendisine mahfuz bir alanı yoksa da başka bir anlamda idarenin alanı sınırsızdır.Yalnızca kendisini yetkilendiren bir yasama işlemine dayanmak suretiyle idari makam her çeşit konuda her çeşit tedbiri alabilir.Nasıl kanun her türlü kararı kanun adı altında çıkarabilirse aynı şekilde idari işlemde bir kanun metnine dayanmak şartıyla her çeşit hükmü kabul edebilir.Bu anlamda her iki fonksiyon aynı şekilde sınırsız bir alana sahiptir.Carré de Malberg’e göre bu iki fonksiyon arasındaki fark kanunun üstünlüğüne ve idarenin kanuna tabi oluşuna dayanan “hiyerarşik bir fark”’tır.Bu fark da iki açıdan kendini göstermektedir.Bir defa idari işlem sonuçlarının hukuki kuvveti bakımından yasama işleminden daha aşağı mertebededir..Kanun ancak daha sonraki bir kanunla değiştirilebilir ve sadece yönetileni değil yasama organı dışındaki yöneticileri de bağlar.Oysa idari işlem kuşkusuz kanun koyucuyu bağlamadığı gibi idari makamların kendilerince de değiştirilebilir ve kaldırılabilir.İkincisi idari işlem teşebbüs kudreti bakımından da kanuna tabidir.İdare fonksiyonu ancak kanunların egemenliği altında ve onların sınırları içinde yerine getirilebilir.Üstelik yasama organı kendi koyduğu ve halen yürürlükte olan genel kurallara gene kanunla özel istisnalar getirme yetkisine sahip olduğu halde idarenin böyle bir yetkisi yoktur.Daha da önemlisi “kanun idari faaliyeti,n sadece sınırı değil aynı zamanda onu şartıdır.Yasma organı kanun yapmak konusunda tamamen serbest olduğu halde idare bir kanuna dayanmaksızın kendi başına hareket edemez.

IV-Türkiye’de 1924 ve 1961 Anayasalarında Kuvvetler (fonksiyonlar ) Ayrılığı
Türkiye’de 1924 anayasasının kuvvetler birliği ve görevler (fonksiyonlar) ayrılığı,1961 anayasasının ise “yumuşak kuvvetler ayrılığı” sistemini kabul ettiği,bu açıdan iki anayasa arasında önemli fark olduğu görüşü yaygındır.Bu görüş iki gerekçeye dayandırılmaktadır.Birincisi 1924 anayasasında TBMM hükümeti düşürme yetkisine sahip olduğu halde yürütme organının Meclisi feshetme yetkisinin olmayışıdır.Oysa 1961 anayasasında yürütme organına Millet Meclisi seçimlerini yineleme yetkisi sınırlı bir biçimde de olsa tanınmıştır.Böylece 24 anayasasının “meclis hükümeti “ sisteminden yasama ve yürütme organları arasında denge ve eşitlik ilkesine dayanan “parlamenter rejime” geçilmiştir. Diğer gerekçe ise1924 anayasasının 5. ve 7. maddeleriyle 1961 anayasasının 6.maddesi arasındaki farktır.Bu iki ifade arasındaki fark 24 ve 61 anayasaları arasında fonksiyonlar ayrılığı yönünden gerçek bir fark olduğu izlenimini yaratıyor görünse de daha dikkatli bir inceleme durumun böyle olmadığını ortaya koymaktadır.1924 anayasası yürütme gücünün asli sahibinin TBMM olarak göstermiş olsa da ona bizzat bu gücü kullanma yetkisi vermemiştir.Tam tersine TBMM yürütme gücünü ancak kendi seçtiği CB ve onun tayin edeceği Bakanlar Kur. eliyle yapabilir.Dolayısıyla meclisin istediği takdirde bu yetkiyi yürütme organından alıp bizzat üstlenmesine veya yürütme organının yerine geçerek bir idari işlem yapmasına imkan yoktur.Kısacası 1924 anayasası kuşkusuz milli mücadele yıllarının geleneğinin etkisiyle 5.maddesinde kuvvetler birliği anlamına gelen bir ifade kullanmakla beraber aslında fonksiyonlar ayrılığını gerçekleştirmiştir.
Görülüyor ki 24 ve 61 anayasalarının yasama ve yürütme yetkilerini bölüştürme şekilleri arasında birincisinin kuvvetler birliği formülüne rağmen hiçbir fark yoktur.Her iki halde de yürütme yetkisi CB ve onun tayin edeceği Bak.Kur. tarafından kullanılmaktadır.Her iki anayasada da yürütme organının mahfuz bir düzenleme yetkisi yoktur.Her iki anayasa idari işlemlerin mutlaka kanuna dayanması zorunluluğunu ve kanun olmayan yerde idarenin de olamayacağı ilkesini kabul etmiştir.Her iki anayasa yasama işlemlerine ,yürütme işlemlerinden daha üstün bir hukuki güç tanımıştır.Nihayet her iki anayasa idarenin düzenleyici işlemlerinin temeli konusunda hemen hemen aynı ifadeleri kullanmıştır.
1924 ve 1961 anayasaları arasında yasama ve yürütme fonksiyonlarının ayrılığı bakımından gözlemlenen bu benzerlik yargı fonksiyonunun diğer iki diğer iki fonksiyondan ayrılığı yönünden de aynen geçerlidir.Şüphesiz 61 anayasası yargı organının bağımsızlığı konusunda 1924 anayasasından çok daha güvenceli bir sistem kurmuştur.Ancak bu anayasanın getirdiği yenilikler yargı fonksiyonunun ayrılığı ilkesine eğil bu ilkenin güvence ve yaptırımlarına ilişkindir.
Yasama ve yürütme organlarının ayrılığı konusunda 1924 ve 1961 anayasalarının kabul etmiş olduğu sistemden daha önemli bir sapma 1971 anayasa değişiklikleri ile Bak.Kur.’una KHK çıkarma yetkisinin verilmiş olmasıdır.
V-!982 Anayasasında Kuvvetler (fonksiyonlar) Ayrılığı

82 anayasasının 7. maddesi 61 anayasasının 5.maddesine paralel olarak “yasama yetkisi Türk Milleti adına TBMM’nindir.Bu yetki devredilemez” hükmünü ihtiva etmektedir.Anayasanın 8.maddesi ise “yürütme yetkisi ve görevi” başlığı altında “yürütme yetkisi ve görevi CB ve Bak.Kur. tarafından anayasa ve kanunlara uygun olarak yerine getirilir” demektedir.Bu ifade ile 61 anayasasının 6.maddesi arasında derhal dikkati çeken fark 61’de yürütmenin sadece bir “görev” olarak nitelendirilmiş olmasına karşılık 82 anayasasının yürütmeyi bir yetki ve görev olarak nitelendirmesidir.bu formülün “idarenin kanuniliği” ilkesini ortadan kaldırmış olduğu iddia edilmez.Yürütmenin aynı zamanda bir görev olduğu 82 anayasasında da devam etmektedir.Dolayısıyla kanuni bir düzenlemenin mevcut olduğu her yerde idarenin bu kanunu uygulama görevi de vardır.AY mahk.’si yürütmenin bir yetki oluşunu Anayasanın 73,121,122,167. maddelerinde düzenlenen” ayrık” durumlarda sınırlı görmektedir.Mahkemeye göre bu durumlar dışında yürütmenin tüzük ve yönetmelik çıkarmak gibi klasik düzenleme yetkisi idarenin kanuniliği ilkesi çerçevesinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır.Bu bakımdan anayasada ifadesini bulan yukarıdaki ayrık haller dışında yasalarla düzenlenmemiş bir alanda yürütmenin sübjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır.AY. mahk. Kararlarında değinilen istisnai durumlar daha yakından incelendiğinde bunlardan ikisindeki düzenleme yetkisinin de olağan düzenleme yetkisinden daha geniş olmakla birlikte tümüyle asli veya özerk sayılması güçtür.Anayasanın 73.maddesi Bak.Kur.’una verdiği yetkiyi ancak kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde tanımaktadır.Dolayısıyla burada doğrudan doğruya anayasadan doğan asli bir düzenleme yetkisinden değil TBMM’nin kendi istediği takdirde gerçekleştireceği bir yetki devri”nden söz etmek gerekir.167.madde de aynıdır.Görülüyor ki her iki durumda da yürütmenin düzenleme yetkisi sonuçta bir kanunda kaynaklanmakta kanuna dayanmaktadır.Öte yandan bu iki maddeye dayanan düzenleme yetkisinin idarenin düzenleme yetkisinden hatta KHK çıkarma yetkisinden daha geniş olduğunda kuşku yoktur.Çünkü bu tür düzenleyici işlemler KHK’lerin tabi olduğu kayıt ve şartlara tabi değildirler.
/alıntı/